14 Kasım 2008 Cuma

Ebubekir Peygamber'e İmamlık Etti Mi?

*

İslam tarihi üzerine araştırma yapan birçok isim, hz. Resulullah’ın -sav- hayatının son gününde Ebubekir’in cemaate sabah namaz kıldırması olayının gerçekten vuku bulup bulmadığını ve bu konudaki nakille rivayetlerin sahih olup olmadığını defalarca sormuşlardır.

Bu olay vuku bulmuş ise teferruatı nedir?

Böyle bir olayın vukuu veya tersi neden önemlidir ve bundan ne gibi sonuçlar elde edilmektedir?

Bu soruların artması üzerine sözkonusu bahsi “Sakife” ve “Ümm’ül Müminin Aişe’nin rivayetleri” adlı eserlerden ayırarak başlıbaşına bir çalışma şeklinde yayınlamanın yararlı olacağı kanaatine vardık.


*

Tarih boyunca Arap Yarımadası türlü olaylar ve gelişmelere şahid olmuş, İslam dininin zuhuru ve hz Resulullah’ın -sav- semavî kurallarla yüce İslam şeriatını getirmesiyle birlikte İslam öncesi Arap tarihi nitelik açısından önemli değişimlere uğrayarak İslam tarihine dönüşmüştür.

Cahiliyet dönemi Araplarının bireysel ve sosyal alanlardaki davranışları, yanlış yaşam yöntemleri ve cahiliyet döneminin hurafe ve batıl inançları o çağın arap toplumunun medeniyet kültürünü gözler önüne sermeye yetmektedir.

Ahlakî kavramları yanlış yorumlayan cahiliyet dönemi Arapları, mertliği, bir babanın kız çocuğunu diri diri toprağa gömmesi zannediyordu… Bu konuda kim daha acımasız ve taş yürekli bir tavır sergilerse o “en mert” erkek sayılıyordu!..

Cesaret; yağmacılık, çapulculuk, kan dökücülük ve öldürmeye eşti…Nitekim cennetin tavsifini duyan bir Arap orada savaşın olup olmadığını sorduğu zaman cevabın olumsuz olduğunu duyduğunda “Savaş yoksa cennet dediğin yer neye yarar ki?!” diyerek şaşkınlığını gizleyememiştir!

Zeyd b. Harise’nin hayat hikayesi, cahiliyet dönemi arabının durumunu anlatması bakımından ilginç bir örnektir:

“Zeyd bin Harise çocukluğunda, akrabalarını ziyaret için annesiyle birlikte akrabalarının kabilesine giderken kervanları eşkıyaların saldırısına uğrar ve onlardan kaçamayan küçük Zeyd esir alınarak Ukaz esir pazarında satılır. Hz. Hatice’nin kâhyası Zeyd’i satın alır, ve hz. Hatice onu hz. Muhammed’e -sav- bağışlar. Hazret -sav- Zeyd’i azad eder, ama Zeyd ondan ayrılmayı kabul etmez ve kendisini almaya gelen babasıyla amcasına red cevabı verince hz. Resulullah -sav- Ka’be’nin yanında durup Mekke halkına Zeyd’i evlatlık edindiğini resmen duyurur.

İşte bu insanların çoğu, İslam diniyle tanışınca inanılmaz şekilde değiştiler. Mekke’yle Medine kısa zamanda nurun merkezi oldu ve iş öyle bir noktaya vardı ki bir gün ensardan genç bir Müslüman Bedir savaşı sırasında hz. Resulullah’a -sav- “Şu -müşrik- kavimle savaşıp ölenin Allah katındaki ödülü nedir?” diye sordu, hazret -sav- “cennet!”diye cevaplayınca genç müslüman sevinçle gülerek “O halde benimle cennet arasında şu hurmalardan başka mesafe yok, desenize!”dedi ve yemekte olduğu hurmaları yere atıp müşrikler ordusuyla savaşa tutuştu ve şehid oluncaya kadar kıyasıya savaştı…

Evet, orada yapılan savaş sadece Allah rızası ve ahiret saadeti içindi[1]..

Ne var ki günden güne ilerleyen İslam’ı dünyevî çıkarları için bir tehlike olarak gören fırsatçılarla dünya düşkünleri, bu semavi şeraiti ortadan kaldırabilmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Önce rüşvet ve benzeri yollarla islamın davet ve yayılmasını engellemek istediler, bundan sonuç alamayınca korku, tehdit ve şantaj yöntemine başvurdular. Kısacası hz. Resulullah’a -sav- mani olabilmek için akla gelebilecek bütün yolları denediler, ama hz. Peygamber efendimiz -sav- bütün bu zorluklara göğüs gerip dayandı, asla geri adım atmadı, tağut ve tağutun yandaşlarıyla mücadelesini aralıksız sürdürdü.

Onun bu kararlı ve azimli ilerleyişi karşısında emellerini gerçekleştiremeyeceklerini fark eden dünya düşkünü çıkarcılarla fırsatçılar, yüce islam şeriatine teslim olmaktan başka çareleri kalmadığını görerek islamı kabul etmiş gibi göründüler ve sürekli içeriden bir darbe girişiminde bulunmak ve intikam alabilmek için fırsat kollayıp durdular. Ama Allah Resulü -sav- bu tür tehlikelere karşı daima hazırlıklı davrandı ve önce Yüce Rabbinin yardımı, sonra da kendi tedbir ve basiretiyle bu tür fitne, komplo ve darbe planlarını sürekli bozdu. Resulullah’ın -sav- ölüm döşeğinde yattığı sırada Usame ordusunu hazırlatıp harekete geçirmek istemesi de işte bu “fitnecilerin komplolarını bozma tedbirleri”nden biriydi:

“Hz. Resulullah -sav- vefatından önceki son hastalığında, sahabe içindeki iktidar düşkünleriyle çıkarcıları dizginleyebilmek ve muhtemel komplolarla fitneleri etkisizleştirmek için bir tedbire başvurdu ve herkesi Usame’nin ordusuyla Medine dışına göndermeye karar verdi: Şehid Zeyd b. Harise’nin 18 yaşındaki genç oğlu Usame komutasında bir ordu hazırladı ve sahabenin tamamına yakın bir kısmının bu orduya katılmasını, Usame’nin emrinde derhal Medine’den hareket etmesini emretti.

Bu orduda bulunmaları emredilen Ebubekir, Ömer, Ebu Ubeyde Cerrah, Abdurrahman bin Avf, Sa’d b. Ebu Vakkas, Sa’d b. Ubade…vb. gibi sahabenin tanınmış isimleri arasında yer alanlar, Allah Resulü’nün -sav- emrine itaat göstermeyerek Usame’nin yaşını bahane edip “Biz, 18 yaşında bir gencin emrinde mi olacağız yani?!”dediler ve Usame’nin komutası altına girmeyerek ordunun hareket etmesini engellediler. Hz. Resulullah -sav- bu gruba hitaben bir konuşma yaptı ve “Usame’nin ordusuna katılmamakta direnenlere Allah lanet etsin!”buyurdu.

Bu açık emir ve tel’in karşısında Usame’nin ordusu hareket edip Medine’ye birkaç km. uzaklıkta Corf denilen yerde karargah kurdu. Bu sırada hz. Peygamber’in -sav- durumu ağırlaşmış, bu haber karargaha da ulaşmıştı. Sahabenin ileri gelenleri Medine’ye döndüler. Sabah vakti Bilal kapıya gelip her zamanki gibi “Essalat! Essalat! Ya Resulullah!” diye seslendi. Bu sırada başı hz. Ali’nin dizleri üzerinde olan hz. Resulullah -sav- kendisinden geçmişti. Bunu gören Aişe Bilal’e “Resulullah -sav- namazı benim yerime Ebubekir kıldırsın buyurdu!”dedi!!! Ebubekir cemaate namaz kıldırmakla meşgulken hz. Resulullah’ın -sav- durumu biraz iyileşti, cemaate namaz kıldıran Ebubekir’in sesini duyunca “Kalkmama yardım edin!” buyurdu, abdest aldı ve Sahih-i Buhari’de kayıtlı olduğu üzere iki kişiye yaslanmış olarak ve halsizlikten ayaklarını yerde sürükler bir halde camiye girip Ebubekir’in namazını yarıda keserek cemaat namazını yeni baştan kendisi -oturarak- kıldırdı ve namazdan sonra kısa bir konuşma yaptı.

Aynı gün Resulullah -sav- öğleye doğru beka alemine göçtü…”[2]

Resulullah’ın -sav- rıhletine kadar komplolar bu şekilde sürüp gitti ve onun vefatıyla birlikte bu komplolar iyice şiddet kazandı. İş öyle bir noktaya vardı ki tanınmış bazı isimler “Bize sadece Alllah’ın kitabı yeter!” diyerek hadislerin tahrif edilmesine ve Resulullah’ın -sav- eserinin mahvına yol açtılar. Zamanla yeni bir plan uygulamaya konuldu; başta müminler emiri İmam Ali -s- gelmek üzere Resulullah’ın -sav- Ehl-i Beyt’ini -s- kötüleyip halifeleri öven hadisler uyduruldu. Bu uyduruk hadis ve rivayetler yayıldıkça yayıldı ve tarih kitaplarına sızması fazla zaman almadı. Bugün bu hadis ve rivayetlerin hangisinin sahih, hangisinin uyduruk olduğunu anlayabilmek özel uzmanlık istemektedir ve böyle bir ayırımı herkesin kolayca yapabilmesi mümkün değildir.

Bunca tuhaf çelişki ve komplolar karşısında, samimi ve dürüst tarihçiler için çok dikkatli ve yorucu incelemelerde bulunmaktan başka çare kalmamakta, hangi sözün yalan, hangisinin doğru olduğunu ortaya çıkarabilmek, ancak bu ciddi ve yorucu incelemelerle mümkün olabilmektedir.

Ebubekir’in, hz.Resulullah’ın -sav- yerine geçip cemaate namaz kıldırması bu olayların ilginç ve düşündürücü örneklerinden biridir…

İslam tarihi dalında ender simalardan biri olan büyük araştırmacı Allame Seyyid Murtaza Askerî -ks- İslam tarihindeki nice müphemlikleri takdire şayan bir çalışmayla gün ışığına çıkarabilmiştir.

Gözlerden kaçan ve küçük bir ayrıntı gibi görünen “Ebu Bekir’in Namaz Kıldırması” olayını, aynı adlı tarihi incelemesinde ilim ehline sunan Allame Asker”i’nin -ks- Arapça orjinalli bu eseri, İslam tarihinde birçok karanlık noktaya daha ışık tutması ve bazı gerçeklerin, hiç de bugüne kadar aktarılageldiği gibi olmadığını göstermesi açısından fevkalade değerli bir çalışmadır.

Elinizdeki eserin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliriz.

*

Bismillahirrahmanirrahim



Allah’a hamd-u sena ve Resulü’yle soyuna salat-u selamdan sonra;

İslam tarihi tahrif ve yalanlarla karıştırılmış olduğundan mevcut belge ve senetler arasından hakikati bulup çıkarmak fevkalade zor ve çoğu zaman imkansız gibidir.

İslam tarihini inceleyen bir araştırmacı bulmak istediği bir gerçeği bazen yüzlerce tahrif, uydurma ve yalan arasından bulup çıkarmak zorundadır. Bunun fevkalade yorucu ve bıkmak usanmak bilmeyen bir çalışma gerektirdiği ve çağımızın aceleci yöntemleriyle hiç mi hiç sonuca varılamayacağı ortadadır. Ne var ki bu sabır ve azim de tek başına yeterli olmayıp bunun için ilmî ehliyete sahip olabilmek de zaruridir ki, bu da uzman üstadların eğitiminde yıllar süren ciddi inceleme ve araştırmalardan sonra elde edilebilmektedir ancak…Mukaddemat tahsilini bitirdikten sonra en az 10-15 yıl fıkıh ve içtihad okuyarak içtihadda bulunabilecek ve fıkhî sorun ve meseleleri rahatça çözüp halledebilecek seviyeye gelen biri, İslam tarihiyle ilgili bir araştırmaya adım atabilir…Ama attığı ilk adımlardan sonra bütün bu tahsil ve eğitimlerin de yeterli olmadığını, bunların sadece bir başlangıç sayıldığını ve bundan sonra tarihi eser ve metinler üzerinde durup dinlenmek bilmeyen aralıksız bir çalışma temposuna girmesi gerektiğini görecektir. Bu merhalede, tarihi inceleme ve doğru tahlil edebilmenin kural ve prensiplerini öğrenip keşfetmeye başlayacak; bunun da fıkhî meselelerin çözümüyle ilgili kurallarla ne kadar benzeştiğini hayretle fark edecektir. Bu dalda söz sahibi bir üstaddan eğitim alabilmek, sözkonusu kural ve prensipleri tanıyıp kavrayabilme yolunda fevkalade yardımcı olmakta, araştırmacıya büyük kolaylıklar sağlamaktadır. İşte bu merhaleden sonradır ki araştırmacı, İslam tarihiyle ilgili mesele ve sorunların çözümüne bilfiil başlayabilir. Her nevi ilmî çalışma ve araştırmada kaçınılmaz olan sorun ve zorluklara ek olarak, tarihi araştırmaların bir zorluğu daha vardır ki o da, gerçeklerin anlaşılmaması ve hakikatin saptırılması için tarihe, kasıtlı olarak yapılmış müdahelelerdir.

Tarihi gerçeklerin keşfi için yapılan araştırma ve çalışmaların kendine has zorluk ve sıkıntıları vardır; bunların başında iki ayrı dönem arasındaki kültür ufuklarının, yani araştırmacının kendi yaşadığı çağla, araştırdığı hadiselerin çağının kültürleri arasındaki farklılık ve mesafeler gelmektedir. Buna bir de bazı ana kaynakların orijinal metinlerinin kaybolması veya yok edilmesi eklendiğinde işin zorluğunu fark etmek kolaylaşacaktır.

Ne var ki, bunların en kötüsü, araştırmacıların önüne kasıtlı olarak dikilen, bilerek oluşturulan engellerdir. Mesela tarihe şahid olan kimselerin susturulması, kalemlerin kırılması, iktidarların gücü ve yüklü harcamalarla yalan ve uydurma şeylere yaygınlık kazandırılması gibi doğal olmayan müdaheleler bu zorlukları kat kat artırmaktadır ve ne yazık ki İslam tarihi “kasıtlı olarak oluşturulan” bu tarihi “kasıtlı olarak oluşturulan” bu tür engel ve manialarla; saptırıcı ve şaşırtıcı levhalarla doludur.

Bir küfür nizamı olan zorba Emevi devletinin iktidar dönemlerinde din-i mübin-i islamın sesini boğmak ve Muhammedî ezanı bile susturmak için İslam tarihinin gerçekleri alabildiğine saptırılmış, inanılmaz ölçüde yalan ve tahriflere başvurulmuştur. Olayın vahametinin boyutlarını gösterebilmek için bir örnek verelim;

Çok eski dönemlerin ünlü tarihçilerinden olan “Zübeyr bin Bekkar” El-Muvaffakiyyat adlı eserinde[3] Muğiyre bin Şu’be’nin oğlu Mutref’ten şöyle bir nakilde bulunur:

Babam Muğiyre’yle birlikte Şam’a, Muaviye’yle görüşmeye gittik. Babam her gün Muaviye’nin sarayına gidip onunla konuşuyor, döndüğünde onun bilgi ve ileri görüşlülüğünü büyük bir hayranlıkla anlatıp duruyordu. Bir gün pek üzgün bir şekilde geldi, morali iyice bozulmuştu, yemek yemiyordu. Bir süre ben de susmayı tercih ettim, bu rahatsızlığının nedeninin o günlerde ailemizin başına gelen sıkıntılardan kaynaklanabileceğini düşünmüştüm. Öylece içine kapandığını görünce sıkıntısının sebebini sordum, büyük bir hayal kırıklığıyla “Oğul!”dedi, “Bu adam dünyanın en alçak, en kafir insanıymış meğer!”dedi.

Hayretimi gizleyemeyip “Neler diyorsun baba? Ne oldu ki?!” diye sordum, anlatmaya başladı:

“Muaviye’yle oturmuş sohbet ediyorduk, aramızda yabancı olmadığını görünce “Ey müminlerin emiri”dedim, “Hayatta istediğin her şeyi elde etmiş, bütün arzularına kavuşmuş durumdasın bugün…Yaşın da ilerledi…Bundan sonra hak ve adaletle davranıp akrabalarınla (Haşimoğullarıyla) iyi geçinsen, onlara şefkatli davransan, sıla-i rahimde bulunsan artık… Herkes seni iyilikle anacaktır o zaman… Vallahi onlarda, seni korkutup tedirgin edebilecek hiçbirşey yoktur artık (Haşimoğulları iktidarı elde edebilecek güce sahip değildir artık)!

Muaviye “Neler diyorsun sen?”dedi, “İmkan yok buna! Baksana, Ebubekir iktidara geçti ve adaletle davrandı, onca zahmetlere katlandı, ama öldüğünde adı da kendisiyle birlikte ölüp gitti! Günün birinde ondan sözedilecek olursa sadece “Ebubekir” denilmektedir, hepsi bu kadar! Ondan sonra Ömer iktidar oldu, çalıştı, tam on yıl zahmetlere katlandı, ama ölümünden birkaç gün geçmeden o da unutulup gitti! Biri hatırlayacak olsa “bir Ömer vardı…”der, geçer! Ondan sonra bizden (Emevilerden) biri olan Osman kardeşimiz halife oldu. Soy-sop açısından (önceki iki halife arasında)onun gibisi yoktu; o da epey çalıştı, ama başına neler getirildiğini gördün! Vallahi öldürüldükten sonra adı da onunla birlikte öldü, yaptıkları unutulup gitti! Ama bir de şu Haşimi’ye (hz. Resulullah -sav-)bak! Her gün beş defa bütün İslam beldelerinde onun adı saygıyla duyuruluyor ve “Eşhedu enne Muhammed’en Resulullah!” sesi şu minarelerden eksik olmuyor…Bu durumda -ondan başka- kimin adı kalır ki?Onun adı var oldukça kimin yaptığı hizmetler kaale alınır ki?! Kahrolasıca!..Onun adını yerin dibine gömmedikçe içim rahatlamaz benim!”

“Hz. Resulullah’ın -sav- adının dört bir yanda sevgiyle anılması Muaviye’yi fevkalade rahatsız ediyor, hazrete duyduğu kin ve nefreti artırıyordu…”

Evet, Muaviye’nin bağrının, hz. Resul-ü Ekrem’e -sav- karşı bunca kin ve nefretle yanıp tutuşuyor olmasının nedeni, Bedir’de islamın kılıcıyla cehenneme gönderilen yakın akrabalarının hezimetiydi… Kardeşi, büyükbabası, dayısı ve Ümeyyeoğullarının önde gelen nice isimleri Bedir’de öldürülmüş, bu da onun hz. Resulullah’a -sav- ve soyuna karşı gizlice, içten içe, inanılmaz bir kin beslemesine neden olmuştu. Bedir savaşını başlatanlar bizzat Emevilerin önde gelenleri olduğu halde, Muaviye bunun acısını bir türlü unutamıyordu. Bu nedenle hz. Resulullah’ın -sav- mübarek adını her gün minarelerden duymak onu çılgına çeviriyor, bu adı yok edip toprağa gömmek ve hafızalardan silinip büsbütün unutulmasını sağlayabilmek için elinden geleni yapıyordu.

Bu çirkin emeline ulaşmak için Muaviye’nin uygulamaya koyduğu iki programı vardı:

Bunlardan birincisi özetle “Haşimoğullarından bir teki bile sağ kalmamalıdır!” şeklindeydi.

Muaviye’nin uyguladığı ikinci strateji Haşimoğullarının adını-sanını tarihten silmek, başta bizzat hz. Resulullah -sav- gelmek üzere bütün Haşimilerin tarihin belleğinden silinmesini, unutulup gitmesini sağlamaktı. Bu amacını gerçekleştirebilmek; hz. Resulullah’la -sav- onun mübarek soyunu -s- küçük düşürüp kötülemek ve buna karşılık başta Ümeyyeoğulları (Emeviler) gelmek üzere bütün Kureyşlileri temize çıkarıp kötü sabıkalarını unutturarak onları halka sevdirebilmek için sipariş üzere hadis uyduran, tarihî olaylarla biyografileri tahrif edip gerçekleri saptıran büyük bir ağ oluşturdu.

Muteber tarihî kaynaklarda bu çirkin oyunun belgeleri mevcuttur.

Muaviye’nin bu iki büyük komplosunu gösteren belgeler ibret vericidir:

1-Muaviye’nin, Haşimoğullarından bir tekinin bile sağ kalmamasını istediğine dair gayet anlamlı belgeler vardır.

Kufe’nin en büyük tarihçisi olan Ebu Muhnef, Ebu’l Eazz Teymi’den nakille şöyle yazar:

Sıffin Savaşı günleriydi… Hz. Resulullah’la -sav- hz. Ali’nin -s- akrabalarından olan Abbas b. Rabia[4] yanımdan geçti. Tepeden tırnağa zırhlıydı. Tolgasının üzerine çelikten bir siper eklemişti, ateş gibi parlayan gözünden başka her tarafı zırhlarla kaplıydı. Elinde kılıcıyla etrafı kolluyordu.

Ansızın birinin ona seslendiğini duydum, Şam ordusundan biri, Abbas’ı er meydanında savaşmaya davet ediyordu. Abbas’a bağırıp çağıran bu Şamlı savaşçı Irar bin Ethem’di.

Abbas atını mahmuzlayıp er meydanına vardı ve Şamlı savaşçının karşısına dikildi. Şamlı, attan inip yerde savaşmayı teklif edince Abbas “Kabul” dedi, “Yerde çarpışanlar işi çabucak bitiriverirler!”

Böyle çarpışmalar mutlaka ölümle sonuçlanırdı…

Abbas atından inip hayvanın dizginlerini yanındaki adamına verdi.

İki hasım kıyasıya bir çarpışmaya girmişti.

Her iki ordu savaşa ara vermişti, atlarının dizginlerine asılan savaşçılar bu ilginç çarpışmayı seyre koyulmuştu.

İki savaşçı sürekli kılıç sallıyor, ama her ikisi de tepeden tırnağa zırhlı olduğundan kılıç işlemiyordu. Abbas, hasmının zırhındaki zayıf bir noktaya savurdu kılıcını… Göğsüne kılıç saplanan Şamlı cengaver yere yığıldı, hz. Ali’nin -s- ordusundan yükselen tekbir sesleri bir anda ortalığı inletmişti.

Abbas, bizim saflarımıza döndü. Bu sırada arkadan gelen bir sesin şu ayeti okuduğunu duydum: “Onlarla savaşın, Allah sizin elinizle onları cezalandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin…”[5]. Ayeti okuyan hz. Ali’ydi -s- “Ey Eazz’ın oğlu, düşmanımızla savaşan o yiğit kimdi?”diye sordu, “Akrabanız Abbas bin Rabia’ydı efendim” dedim, “Şu Abbas mıydı?”diye sordu, ben “evet” deyince Abbas’a “Sana ve Abdullah bin Abbas’a er meydanına çıkmamanızı, ön saflara gelmemenizi söylememiş miydim?”diye çıkıştı. Abbas “Evet efendim” deyince “Neden böyle yaptın o halde?!” diye sordu. Abbas “Beni savaşmaya çağıran birine karşılık vermem gerekmez mi?” deyince hz. Ali -s- “İmamının emrine itaat etmen, düşmana karşılık vermenden daha hayırlı olurdu”buyurdu.

İmam’ın -s- pek rahatsız olduğu yüzünden belliydi. Kısa bir an sonra yüzünün ifadesi değişti, yumuşamıştı; ellerini göğe kaldırıp mahzun bir sesle “Ya Rabbi!”diye yakardı, “Abbas’ın çektiği zahmete karşılık ecir ver ona ve -imamına karşı itaatkar davranmadığı için- onun suçunu bağışla! Ben onu affettim, sen de affet ya Rabbi!..”

Irar bin Ethem’in Abbas’a yenilip onun eliyle öldürülmesi Muaviye’yi pek rahatsız etmişti “Onun gibi birinin kanı yerde kalır mı hiç?!”diyerek etrafındaki namlı savaşçılara dönüp “Aranızda Irar’ın intikamını alabilecek yiğit var mı?”diye sordu. Şam’ın tanınmış savaşçılarından, Helmoğulları kabilesinden iki cengaver öne çıkınca “Göreyim sizi!”dedi, “Hanginiz Abbas’ı öldürebilirse ona yüz ölçek altın, yüz ölçek gümüş ve yüz top halis Yemen kumaşı vereceğim!”

Bu iki cengaver er meydanına çıkıp Abbas’la savaşmak istediklerini söylediler. İki ordunun safları arasında durmuş sürekli “Abbas! Karşımıza çıksana!”diye bağırıyorlardı. Abbas “Önce imamımdan izin almalıyım, bekleyin biraz!”diyerek ordunun sol cenahına çeki düzen vermekte olan İmam Ali’nin -s- yanına gidip durumu anlattı ve savaş izni istedi. İmam -s- “Vallahi” buyurdu “Şu Muaviye, Haşimoğullarından bir tekinin bile sağ kalmamasını, ne kadar Haşimoğlu varsa hepsinin bağrının mızrakla deşilip öldürülmesini istiyor, onun tek amacı bu! Bütün bunları da, Allah’ın nurunu söndürebilmek için yapıyor! Ama kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır! Ey Abbas, silahlarını bana ver!”

İmam -s- kendi silahlarını Abbas’a verip onun silahlarını kendisi kuşandı, sonra da Abbas’ın atına binip doludizgin o iki adamın üzerine yürüdü. Adamlar, onun Abbas olduğundan hiç şüphe etmediler, çünkü Abbas hem boy-bosta, hem binicilik tarzında İmam Ali’ye -s- çok benziyordu. Şamlı savaşçılar alaylı bir dille “Ne o, komutanından izin alabildin mi bari?”diye sordular, İmam -s- onlara cevap vermek yerine, şu ayeti okudu: “Kendilerine zulmedilip savaş açılanlara, savaşma izni verildi. Allah, onlara yardım etmeye muktedirdir”[6].

Şamlı savaşçılardan biri İmam’a -s- saldırdı, ama İmam’ın bir kılıç darbesiyle yere seriliverdi. İkinci savaşçı saldırıya geçti, o da aynı akıbete uğradı. İmam -s- “Haram ay, haram aya bedel (yani düşmanlarınız haram ayı çiğneyerek size saldırırlarsa sizin de onlara misillemede bulunma hakkınız doğar) ve bütün haramlar karşılıklıdır. O halde kim size saldıracak olursa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın ve Allah’tan korkup sakının(aşırıya kaçmayın)…”[7] ayetini okuyarak kendi ordusunun saflarına döndü ve Abbas’a “Kendi silahlarını al, benimkileri ver; bundan sonra biri seni savaşmaya çağırırsa önce bana söyle!”buyurdu[8].

Bu olayda Muaviye’nin tavrı ve İmam Ali’nin -s- sözü, gerçeği apaçık ortaya koymaktadır. Muaviye’nin asıl niyetini çok iyi bildiğinden İmam Ali -s- Sıffin Savaşı’nda Haşimoğullarının ön safta bulunmasını ve düşmanla sıcak çarpışmaya girişmesini yasaklamıştır. Nitekim İmam -s- sadece Muaviye’yle savaştığı zaman Haşimoğulları için böyle bir koruma kalkanı oluşturmuş, başka savaşlarda, mesela Cemel Savaşı’nda Haşimoğulları savaşın bütün kademelerinde bilfiil bulunmuş, savaşı bizzat idare etmiş ve Alevilerle Haşimilerin en seçkin isimleri ve bütün ileri gelenleri ön saflarda çarpışmış, er meydanında herkesten çok onlar boy göstermiştir.

Ne ne kadar hz. Ali’nin -s- tedbirleri sonucu Sıffin Savaşı’nda Haşimiler öldürülmediyse de ve İmam Hasan Müçteba’nın -s- muazzam bir sabır ve tahammül göstererek Muaviye’yle barış antlaşması imzalaması neticesinde Haşimoğulları Emeviler tarafından kesin bir katliama uğramaktan kurtuldularsa da[9] ; Muaviye’nin bu çirkin emeli ve iğrenç politikası sonunda gerçekleşmiş ve Emeviler, Haşimoğullarını korkunç bir katliama uğratmış, küçük çocuklarla kundaktaki bebekleri bile acımasızca katletmişlerdir.

Bu inanılmaz katliam, Muaviye’nin ölümünden yaklaşık 6 ay sonra vuku buldu ve bizzat Muaviye’nin bu iş için seçip görev verdiği kimseler bu cinayeti işlediler[10]. Böylece Muaviye’nin rüyaları gerçekleşmiş ve Emevi hanedanının meşum emellerinin önemli bir kısmı tahakkuk bulmuş oldu.

2-Muaviye’nin iki temel stratejisinden biri de Resulullah’la -sav- Haşimilerin adını tarihten silip o hazretin -sav- mübarek adını unutturmak ve onun yerine kendi atalarının büsbütün unutulup gitmiş olan isimlerini yeniden diriltip canlandırmaktı.

Tarihte bunun birçok belgelerine rastlamak mümkündür.

Hicri 3.yy. tarihçisi Medaini, “El-İhdas”adlı eserinde şöyle yazar:

Muaviye iktidarı ele geçirdikten sonra yönetime yerleştirdiği bütün adamlarına bir ferman göndererek “Ebu Turab (hz. Ali -s-)’la soyunun faziletinden sözetmeye kalkışanların malı ve kanı helaldir!”diye yazdı!

Bu dönemde Alevileri seven Kufe halkı bela ve musibete en fazla uğrayan halk oldu.

Bunun ardından, yetkililere gönderilen ikinci fermanda şöyle emrediliyordu: “Bundan böyle Ali’nin şiaları ve ailelerinin şahitliği resmî kabul edilmeyecektir!Buna karşılık Osman’ı sevenler ve onun tarafını tutup onun faziletlerinden sözedenler tanınıp belirlenecek, hükumet onlara yakın duracak, onların gönlü alınıp kendilerine saygı ve ikramlarda bulunacaktır. Bunların Osman’ın faziletleri hakkındaki rivayetlerini bana yazınız ve ravinin adını, babasının ve ailesinin kim olduğunu belirtmeyi de unutmayınız!”

Bu ilginç emirname çok kısa sürede bütün İslam beldelerinde uygulamaya konuldu. Mal-mülk edinip yerel yönetimlerden yüklü paralar koparmak isteyenler Osman’ı öven hadisler uydurmaya başladılar. Kısa sürede bütün İslam beldelerinde Osman’ın faziletlerinden sözeden bu uyduruk hadis ve rivayetler söylenip yazılır oldu. Muaviye bunu gerçekleştirebilmek için cömertçe altın harcıyor, mal-mülk dağıtıyor, mevki -makam veriyordu!..

Muaviye’nin yerel yönetimlerdeki yetkililerine gidip Osman’ı öven bir hadis veya rivayet uyduran kimseler el üstünde tutuluyor, kim olduğuna ve ne tür bir şey uydurduğuna bakılmaksızın adı merkeze rapor ediliyor ve böyleleri Emevi iktidarınca korunup kayırılıyordu!

Bir süre sonra Muaviye’nin 3. fermanı dört bir yandaki yetkililere gönderildi. Bu fermanda da şöyle denilmedeydi: “Osman’ın faziletleriyle ilgili rivayet ve hadisler iyice arttı, istediğimiz seviyeye ulaştı ve bütün şehirlerde dilden dile dolaşır oldu. O halde -Osman hakkında bu kadarı yeter- şimdi de halkı, sahabeyle ilk iki halifenin faziletlerine dair hadis rivayet etmeye teşvik edin, ama Ebu Turab (hz. Ali-s-)ın faziletleri hakkında ya hadis aktarmayın, ya aynısını ilk iki halifeyle sahabeden bazıları için de aktarmak kaydıyla rivayet edin, ya da onun aleyhine hadisler söyletin; tabi bunu yaparsanız beni daha çok memnun etmiş olursunuz. Çünkü Ebu Turab’la şialarının hakkaniyetlerini gösteren şeyleri ortadan kaldırmak benim için daha önemlidir. Onlar için (Haşimilerle Aleviler -çev- bu tür -uyduruk- rivayetleri sineye çekmek, Osman’ın faziletleri hakkında -uydurduğumuz- rivayetlere tahammül etmekten çok daha zordur!”

Muaviye’nin bu fermanı halka okunduktan sonra sahabenin faziletleri hakkında aslı astarı olmayan yığınlarca hadis ve rivayet uyduruldu. Safdil insanlar bu hadis ve rivayetleri doğru zannediyor, manevi duygular içinde bunları hemencecik kabulleniveriyordu! Bu uyduruk hadis ve rivayetler Muaviye’nin emriyle bütün beldelere yayıldı ve çok geçmeden açıkça camilerde minberlerden bile duyulmaya başladı! Bunu okullar izledi ve çocuklara verilen ev ödevleri arasına bu uyduruk hadislerle rivayetler de sıkıştırıldı!

Çocuklar bu uyduruk hadisleri duyarak, yazarak büyüdüler…

Gençlerin kulağı bunları duymaya alışmış oldu…

Bütün Kur’an kurslarında hafızlara bu uyduruk hadislerle rivayetler de ezberletiliyordu!

Giderek sıra kadınlarla kızların tahsil ettiği okullara geldi; hocalar bu hadislerle rivayetleri onlara da öğrettiler. Tarihi kaynaklarda hizmetçilerle kölelere de bu hadislerin öğretildiği kayıtlıdır. İslam toplumunun yaşamı işte bu minval üzere uzun bir zaman süregitti… Nice nesiller, bu yalan hadislerle uyduruk rivayetlere kanmış oldu. Nice bilim adamları ve alimler bunların bunca yaygın olduğunu görünce sahih olmadığından şüpheye bile kapılmadılar.”[11]

Emeviler döneminde bunca sahte hadis ve rivayet uydurulması ve onca yalanların tarih diye yazdırılmasının 3 nedeni vardı:

1-Nübuvvet sütununu yıkmak ve Alevileri(hz. Ali’nin -s- soyundan gelenleri)alabildiğine ezip yok etmek

2-Halife Osman’a özel bir sevgi ve ilgi duyulmasını sağlamak

3-Başta halifeler gelmek üzere sahabenin istisnasız tamamını pek faziletli ve büyük zatlar olarak göstermek.

Bu üç hareket İslam kaynakları ve tarihine alabildiğine kök saldı ve islam diniyle bu dinin tarihi konusunda yapılmak istenen bütün araştırmaların önüne bir sed vurmuş oldu. Bu seddi aşıp geçemeyen bir araştırmacının sadr-ı İslam dönemine ışık tutabilmesi ve islamı da, İslam tarihini de doğru tanıyabilmesi mümkün değildir.

Yukarıda belgesel örneğini aktardığımız üzere Muaviye bu iki emeline ulaşabilmek için her yola başvurmuştur. Bu emellerini dilediği gibi gerçekleştirememiş ve her şeyi büsbütün yok edememiş olmasının yegane nedeni, Yüce Allah’ın iradesi ve İslamı her hal-ü kârda koruyacağına dair O’nun ezeli takdirinden ibarettir.

Kısacası islamı ve bu yüce dinin tarihini bilmenin tek yolu sözkonusu büyük seddi aşıp geçebilmektir; bu yolda gerekli hazırlıklarla vesilelere sahip olmayan ve bu uzun ve çetin yolun zorluklarına katlanmayan bir araştırmacının hakikatlere ulaşabilme şansı olmayacaktır.

Elinizdeki küçük çalışma, sadr-ı islam dönemi tarihinin büyük sorunlarından birini ele almaktadır ve müslümanların önemli bir kısmının inançları da bu temeller üzerine kurulmuş durumdadır.

Denklemin bir tarafında, tamamına yakın bir kısmını bizzat Aişe’nin söylemiş olduğu rivayetler yer almaktadır; bur rivayetlere bakılacak olursa hz. Resulullah -sav- Aişe’yi çok daha fazla sevdiği için diğer eşlerinden, hastalığının son günlerini Aişe’nin evinde geçirmesine izin vermelerini istemiş veya eşleri bunu bildikleri için Aişe’ye bu izni vermiş ve Resulullah -sav- son günlerini Aişe’nin odasında geçirerek orada bekâ alemine göçmüştür. Aişe’den aktarılan bu rivayetlerde hz. Resulullah’ın -sav- son gününde Ebubekir’i kendi yerine cemaate namaz kıldırmaya gönderdiği, hatta Aişe’nin “babasının pek yufka yürekli olduğunu söyleyerek bunu engellemeye çalıştığı, ama hz. Resulullah’ın -sav- ısrar ettiği” söylenir ve bu olay “hz. Resulullah’ın -sav- kendisinden sonra Ebubekir’in halife olmasını istediği”ne yorumlanır!

Neredeyse hepsi bizzat Aişe’nin kendisinden aktarılan bu mealdeki onca kavil ve rivayetlere karşılık; denklemin öbür tarafında bu rivayetlerle bağdaşmayan ve Aişe’nin sözleriyle tamamen çelişen “Resulullah’ın -sav- hayatı ve siyeri” yer almaktadır…

Bu büyük sorunu kim halledecek, bu karmaşık denklemi kim çözecektir şimdi?..

Zira bu sorunu yaratan ve bugün ehl-i sünnetin en muteber kabul edilen hadis ve rivayet kaynaklarında yer alan “Aişe’nin rivayetleri”; hz. Resulullah’ın -sav- hayatının bütün kesitleriyle; onun sözleri, hadisleri ve amelleriyle, kısacası nebevî sîret ve sünnetin bütünüyle çelişmektedir.

Elinizdeki küçük ama fevkalade kıymetli bu eser, işte bu sorunu çözmekte, insaf ve iz’an sahibi okuyucuların hakikati görebilmesini sağlamaktadır.

Üstad Allame Seyyid Murtaza Askerî İslam dünyasının en tanınmış isimlerinden biridir. Bu nadide islam aliminin eşsiz çalışmaları hk.1375’te basılan “Bir Yalancının Düzmeleri: Abdullah b. Saba” adlı eserle başladı ve Yüce Rahman’ın lütfu sayesinde halâ devam etmektedir.

Elinizdeki eser Aişe’nin hayatını inceleyen ve onun nebevî siyer ve sünnetle ilgili rivayet ve kavillerini irdeleyen iki ciltlik önemli bir kitaptan alınmıştır. Ancak, sözkonusu kitapta özetle geçen bu konu, burada biraz daha etraflıca işlenmekte ve Hakk’ın yardımıyla mezkur denklem tamamen çözülmektedir.

Bu değerli çalışmanın tercüme edilmiş olması nedeniyle Yüce Yaradan’a hamdediyor, akıcı, dikkatli ve itinalı çevirisiyle bu eseri Türkçeye kazandıran araştırmacı kardeşim İsmail Bendiderya’ya Yüce Allah’tan tevfik ve başarı diliyorum.

Hamd Allah’adır.

Muhammedali Câvidan

*

Bismillahirrahmanirrahim

Alemlerin Rabbi Yüce Allah’a hamd-u sena ve O’nun Resulü’yle mutahhar Ehl-i Beyt’ine salat-u selamdan sonra:

İslam tarihi üzerine araştırma yapan birçok isim, hz. Resulullah’ın -sav- hayatının son gününde Ebubekir’in cemaate sabah namaz kıldırması olayının gerçekten vuku bulup bulmadığını ve bu konudaki nakille rivayetlerin sahih olup olmadığını defalarca sormuşlardır.

Bu olay vuku bulmuş ise teferruatı nedir?

Böyle bir olayın vukuu veya tersi neden önemlidir ve bundan ne gibi sonuçlar elde edilmektedir?

Bu soruların artması üzerine sözkonusu bahsi “Sakife” ve “Ümm’ül Müminin Aişe’nin rivayetleri” adlı eserlerden ayırarak başlıbaşına bir çalışma şeklinde yayınlamanın yararlı olacağı kanaatine vardık.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Hastalık Günleri

Önce, mevcut hadis ve tarih kitaplarında bu konuyla ilgili neler olduğuna bakalım:

1-Sahih-i Buhari’yle Sahih-i Müslim’de Aişe’den şöyle bir rivayet aktarılır: Hz. Resulullah’ın -sav- hastalığı ağırlaşıp da acıları artınca hazret -sav- benim evimde bakıma alınmak için eşlerinden izin istedi, onlar da buna izin verdi…”[12].

Hz. Resulullah’ın Aişe’nin Odasında Bakıma Alınması

2-Bir başka hadiste de şöyle deniliyor: Hz. Resulullah’ın -sav- hastalığı Meymune’nin evinde başladı ve hz. Resulullah -sav- işte orada, Aişe’nin evine nakledilmek için izin istedi, eşleri de izin verdi…”[13]

3-Sahih-i Buhari’de Aişe’den rivayetle şöyle yazar: Resulullah -sav- ölüm döşeğinde yatarken sürekli “Yarın neredeyim?” diye soruyor, Aişe’nin evine aktarılacağı günü bekliyordu, bu nedenle, Aişe’nin evinde bakıma alınmasına izin verildi…”[14]

4-Sahih-i Müslim’de Aişe’den şöyle rivayet edilir: Hz. Resulullah -sav- her gün “ben bugün neredeyim? Yarın nerede olacağım?”diye soruyor ve benim odama geçeceği günü bekliyordu”[15].

5-Aişe, bir başka rivayette de şöyle diyor: Hz. Resulullah -sav- eşlerinin gün sırasına uyardı; ama hastalığı ağırlaşınca hep “Yarın neredeyim?” diye sormaya başlamıştı, çünkü benim odamı daha fazla seviyordu. Benim sıram geldiğinde, hazret benim evimde huzur bulup yatıştı.”[16]

Bu Rivayetlerin İnceleme Ve Eleştirisi

Yukarıda aktardığımız 5 rivayet hulefa (ehl-i sünnet) okulunun sahihlerinden alınmıştır.

Ne var ki, Aişe’nin ve odasının övüldüğü bu hadis ve rivayetlerin hepsi sadece Aişe’den duyulmuş, nedense ondan başka bu rivayetleri söyleyen kimse çıkmamıştır!..

Rivayetlerdeki ikinci çelişki çok daha önemlidir:

Bu rivayetlerde Aişe için yapılan propaganda pek acemicedir.

23 yıl boyunca gece-gündüz demeden vazifesini yerine getirip Rabbinin buyruklarını insanlara tebliğ etmek ve müslüman ve muvahhid bir ümmet oluşturabilmek için çalışıp çabalayan bir peygamber…

Bütün gayesi insanları hidayet edebilmek olan…

Hatta bu yolda neredeyse hayatını hiçe sayacak kadar çaba gösterip aralıksız didinen ve bu nedenle de Yüce Rabbinin “Onları imana getirebilmek için neredeyse kederden bitip tükenecek, canından olacaksın…”buyruğuna mahzar olan[17] ve “…onların -yola gelmesi için- çektiğin hasretler (onlar için bunca didinip durman) seni canından etmesin sakın?!”uyarısı olacak[18] kadar ilâhî vazifesine düşkün ve ciddi bir insan olan hz. Resulullah -sav- gibi birinin, ömrünün son günlerinde, bütün aklının Aişe’den başka yerde olmadığına, son demlerinde kendisinden sonra ümmetinin geleceğini düşüneceği yerde Aişe’den başka şey düşünmediğine inanabilmek mümkün müdür?

Böyle bir zanda bulunmak bile o hazrete -sav- hakaret değil midir?

Ömrünün son saatlerinde ümmetinin geleceği için hiçbir kaygı duymamış ve hiçbir şey söylememiş, aklı fikri hep Aişe’de mi kalmıştır?

Resulullah’ın -sav- soyu, çocuğu, torunu ve Ehl-i Beyt’i -s- yok muydu?

Hayatının son demlerinde onları nasıl düşünmemiş ve aklı fikri hep karısı Aişe’de kalmıştır acaba?

Hem de o hasta haliyle ikide bir “Bugün neredeyim?”, “Yarın neredeyim?”diyerek Aişe’ye bağımlı olacak kadar???

Aişe’nin odasına girmesine izin veriliyor ve orada ansızın huzur bulup yatışıveriyor!!!

Aişe’yi göklere çıkarmak isteyen bu propaganda çabaları ne kadar da çirkindir aslında… Aişe’yi övmek için Resulullah -sav- propaganda malzemesi olarak kullanılmakta, Aişe’nin puan toplaması uğruna Allah Resulü’nün -sav- ilahi makamı, nadide kişiliği ve emsalsiz takvası yerden yere vurularak acımasızca küçültülmekte, tek cümleyle Allah Resulü -sav-‘nün konumu ve haysiyeti, Aişe’nin konum ve onur kazanması uğruna kurban edilmektedir…

Resulullah’ın (s.a.a) Ebubekir’in İmam Olmasını Emretmesi

6-İbni Mace Süneni’yle Ahmed’in Müsned’inde İbni Abbas’tan şöyle rivayet edilir: Hz. Resulullah -sav- Aişe’nin evindeyken hastalanıverdi ve hz. Ali’yi -s- çağırmalarını istedi. Aişe “Ya Resulullah, Ebubekir’i çağırayım mı?”diye sorunca hazret -sav- “Onu da çağır” buyurdu. Bu sırada Hafsa “Ya Resulullah, Ömer’i çağırsam? Ne dersiniz?”diye sordu, hazret -sav- “Onu da çağırın” buyurdu. Orada bulunan Ümmü’l Fazl “Abbas’ı çağıralım mı? diye sordu, hazret -sav- onun da çağrılmasını söyledi. Herkes gelince hazret -sav- başını kaldırıp onlara baktı ve sustu[19].

Ömer oradakilere dönüp “Resulullah’ı yalnız bırakın!”dedi. Çok geçmeden Bilal gelip her zamanki gibi hazrete -sav- namaz vaktini duyurdu. Hazret -sav- “Namazı Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin”dedi.

Aişe, “Ya Resulullah -sav- Ebubekir yufka yüreklidir, dayanamaz böyle şeylere…”dedi, “Hem, doğru düzgün konuşmasını da beceremez… Sizi görmeyince ağlar, ona bakıp cemaat de ağlar o zaman… Ömer’i namaz kıldırmaya göndermeniz daha uygun olur…”Bu sırada Ebubekir odadan çıkarak mescide gidip cemaat kıldırdı…”[20]

Resulullah’ın -sav- Hastalık Günlerinde Ebubekir’in Namaz Kıldırması

7-Bu konu Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Müsned-i Ahmed, Tabakaat-ı İbni Sa’d ve Ensab’ul Eşraf-ı Belazüri’de geçmektedir, biz Sahih-i Buhari’de geçen Aişe’nin kavlini aktarıyoruz:

Allah Resulü’nün -sav- hastalığı ağırlaşmıştı… Her zamanki gibi namaz vaktini bildiren Bilal’in sesini duyunca “Namazı Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin!”buyurdu.

Ben (Aişe) “Ya Resulullah, Ebubekir yufka yüreklidir, sizin yerinize geçin namaz kıldırmaya kalkışacak olsa, imamet görevini yerine getiremez, bu işi Ömer’in yapmasını emrederseniz daha iyi olur!”dedim. Hazret -sav- “Sizler, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz”buyurdu[21] ve Ebubekir’in namaz kıldırması yolundaki emrini tekrarladı[22].

8-Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Ebu Avane’nin Müsned’i, İbni Sa’d’in Tabakaat’ı, İbni Hişam’ın Siyer’i, Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ıyla diğer kaynaklarda geçen bir hadisi Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz:

Aişe şöyle diyor: Resulullah’ın -sav- acıları artmış, durumu vahim hale gelmişti. Namaz vakti duyurulunca “Ebubekir’e söyleyin, cemaate o namaz kıldırsın!”buyurdu. Ben “Ebubekir yufka yüreklidir, namaz sırasında dayanamaz, hep ağlar!..”dedim. Resulullah -sav- yine “Söyleyin, namazı o kıldırsın!”buyurdu. Ben söylediğimi tekrarlayınca hazret -sav- “Namazı Ebubekir kıldırsın, sizler Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz!”dedi[23].

(Bu hadisi aktaran Aişe şöyle ekliyor:) “Resulullah’ı -sav- Ebubekir’i cemaate imam atamaktan vazgeçirmek için ısrar etmiştim. Çünkü halkın, Resulullah’ın -sav- yerine geçecek kimseden hoşlanmayacağını düşünüyordum! Çünkü onun yerine geçenleri halkın “uğursuz” şeklinde nitelendirdiğine şahid olmadaydım.Bu nedenle Resulullah’ın Ebubekir’den vazgeçmesini rica etmek istemiştim…”[24].

Bir Eleştiri

Kur’an’da hz. Resulullah’ın -sav- emirlerine itaat etmenin bütün müminlere farz olduğu ve o hazretin -sav- söylediği her sözün vahiyden ibaret bulunduğu açıkça belirtilmiş olduğu halde Aişe neden o hazretin emrini dinlememiş ve (bizzat kendi ifadesine göre) hz. Ali’yi çağırmalarını istediği halde, Ebubekir’i çağırmıştır?!

Altıncı hadiste de geçtiği üzere, hz. Resulullah’ın -sav- etrafına bakındıktan sonra hiçbir şey söylemeyip susması, hz. Ali’nin -s- çağrılmadığını görmesinden dolayı değil midir?! Nitekim diğer ehl-i sünnet kaynaklarında bu sorunun cevabı apaçık geçmektedir. Meselâ Müsned-i Ahmed’de, sözkonusu 6. hadisin devamında şöyle yazılıdır: “…Hz. Resulullah -sav- başını kaldırıp gelenlere baktı, Ali’nin -s- orada olmadığını görünce susup kaldı…”[25].

Son Günlerde Resulullah’ın -sav- Hastalığının Ağırlaşması

9-Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Dâremi, Müsned-i Ebu Avane, Müsned-i Ahmed ve Tabakaat-ı İbni Sa’d’de geçen bir hadisi Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz:

Aişe şöyle rivayet ediyor: Resulullah’ın -sav- durumu ağırlaşınca cemaatin namaz kılıp kılmadığını sordu, “hayır, sizin kıldırmanızı bekliyorlar” dedim. Resulullah -sav- su istedi, bir bakraç su getirdim, abdest aldı. Ayağa kalkmak istediği sırada fenalaşıp kendisinden geçti. Bir süre sonra kendisine geldiğinde “cemaat kılındı mı?” diye sordu, “hayır” dedim ve cemaatin kendisini beklemekte olduğunu söyledim. Abdest almak için su istedi, oturup abdest aldı, ama kalkmak isterken fenalaşıp bayıldı. Biraz sonra kendisine geldiğinde yine “cemaati kıldılar mı?”diye sordu, kılınmadığını ve cemaatin onu beklediğini söyledim. Yine su isteyip abdest aldı ve kalkarken yine bayıldı. Epey sonra kendisine geldiğinde yine cemaat namazını sordu. “hayır, sizi bekliyorlar” dedim. Cemaat camide toplanmış, yatsı namazını kıldırması için Resulullah’ı -sav- beklemedeydi. Resulullah -sav- Ebubekir’in peşine birini gönderip namazı Ebubekir’in kıldırmasını söyledi. Bu adam Ebubekir’i bulup “Resulullah -sav- namazı senin kıldırmanı emretti” diyor, ama Ebubekir çok yufka yürekli biri olduğundan Ömer’e “Namazı sen kıldır” diyor. Ömer bunu reddederek “Sen bu işe daha layıksın!”diyor ve böylece o günlerde cemaat namazını Ebubekir kıldırmış oluyor[26].

Ebubekir’in Namazda Yufka Yürekliliği

10-Sahih-i Buhari’yle Ebu Avane’nin Müsned’i, İbni Sa’d’in Tabakaat’ı, Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ında kayıtlı bir hadisi Sahih-i Buhari’den aynı iktibasla aktarıyoruz (râvi yine Aişe’dir):

Resulullah -sav- ölüm döşeğindeyken “Ebubekir’e söyleyin, cemaate o namaz kıldırsın!”buyurdu. Ben “Sizin yerinize Ebubekir namaz kıldıracak olursa cemaat ağlama sesinden başka ses duymayacaktır ondan, en iyisi, namazı Ömer’in kıldırmasını söyleyin”dedim. Sonra Hafsa’ya, onun da Resulullah’a aynı şeyi söylemesini tembihledim. Hafsa benim dediklerimi söyleyince hazret -sav- “Susun” buyurdu, “Sizler Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz! Namazı Ebubekir’in kıldırmasını söyleyin!” Bunun üzerine Hafsa bana “Ben hiçbir zaman senden hayır görmedim!”diye çıkıştı[27].

Bir Eleştiri

Yukarıdaki son iki hadisi de sadece Aişe’nin rivayet etmiş olması ve ondan başka bu hadislerin kimseden duyulmaması bir yana; 10.hadiste hz. Resulullah’ın -sav- Aişe’yle Hafsa için kullandığı tabir hayli düşündürücüdür.

Hz. Resulullah -sav- bu ikiliye neden “Siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz”demektedir?

Bu sorunun cevabı, İbni Ebi’l Hadid’in Müminler Emiri İmam Ali’den -s- aktardığı şu cümlede ortaya çıkmaktadır:

“Hz. Resulullah’ın -sav- bu iki eşine “siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” buyurmasının nedeni, bu ikisinin kendi babalarını cemaat imamlığına geçirebilmeye çalışmasıdır. Hz. Resulullah -sav- bizzat huruc edip Ebubekir’in kıldırdığı namaza müdahelede bulunmak suretiyle onların oyununu bozmuştur”[28].

Hz. Peygamber’in -sav- Ömer’in İmametini Kabul Etmemesi

11- Ebu Davud Süneni’de (“Ebubekir’in halef oluşu” babında), Ahmed’in Müsned’inde, İbni Hişam’ın Siyer’inde, İbni Sa’d’ın Tabakaat’ında ve Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ında geçen bir rivayeti Ebu Davud’un Süneni’nden Abdullah b. Zümee’nin kavliyle aynen iktibas ediyoruz, rivayeti aktaran Abdullah şöyle diyor:

Resulullah’ın -sav- durumu ağırlaştığında bir grup müslümanla birlikte ben de oradaydım. Bilal namaz vaktinin girdiğini duyurunca hz. Resul-ü Ekrem -sav- “Söyleyin, birisi cemaate namaz kıldırsın” buyurdu. Ben oradan ayrılırken Ebubekir yoktu, Ömer’in orada olduğunu görünce “Kalk, cemaati sen kıldır”dedim. Ömer kalktı ve hemen iftitah tekbirini getirip namaza başladı. Ömer çok yüksek sesle namaz kıldırıyordu, onun sesini duyunca hz. Resulullah -sav- “Ebubekir nerede?”diye sordu ve “Allah da Müslümanlar da bunu (Ömer’in cemaate imamet etmesini) kabul etmez!”buyurarak bunu bir kez daha tekrarladı ve birini Ebubekir’in peşine gönderdi. Ebubekir geldiğinde Ömer namazı bitirip tamamlamış olduğu halde, Ebubekir cemaate yeniden aynı namazı kıldırdı[29].

Hz. Peygamber’in -sav- Ebubekir’in İmametine İştiyak Göstermesi

12-Bir başka hadiste şöyle geçer: Resulullah -sav- Ömer’in sesini duyunca odasından çıktı, mübarek başını kapıdan dışarı uzatıp öfkeyle “Hayır, hayır, hayır!”buyurdu, “Ebu Kahafe’nin oğlunun cemaat kıldırması lazım!”

13-Müsned-i Ahmed’de yukarıdaki hadisten sonra şöyle yazılıdır: Abdullah b. Zumee şöyle rivayet eder: Ömer bana “Yaptığını gördün mü ey Zumee’nin oğlu!”dedi, “Vallahi cemaate namaz kıldırmamı söylediğinde bunun Resulullah’ın -sav- emri olduğunu zannettim, yoksa asla cemaate imam olmazdım!” Ömer’e “Vallahi” dedim, “Resulullah -sav- senin namaz kıldırmanı emretmiş değildi, ama Ebubekir’i ortalıkta göremeyince cemaate senin imam olmanın daha uygun olacağını düşündüm!”[30].

14-Sünen-i İbni Mace’de Salim bin Ubeyd’den şöyle rivayet edilir: Resulullah’ın -sav- ölüm döşeğinde yattığı günlerden biriydi, bir ara kendisinden geçti; kendisine geldiğinde “Namaz vakti oldu mu?”diye sordu. Ben “Evet efendim” deyince “Bilal’e söyleyin ezan okusun, Ebubekir de cemaati kıldırsın!”buyurdu ve tekrar bayıldı. Kendisine geldiğinde aynı soruyu sordu, ben “evet” deyince önceki iki buyruğunu tekrarladı.”

Aişe “Babam çok yufka yüreklidir, sizin durduğunuz yerde durup cemaate namaz kıldıracak olursa ağlar ve namaz kıldıracak hali kalmaz, bu işe başka birini atamanız daha iyidir.”dedi. Resulullah -sav- yine bayıldı. Kendisine geldiğinde “Bilal’e cemaati namaza çağırmasını söyleyin; Ebubekir de cemaati kıldırsın! Siz, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz!”buyurdu.”

Salim bin Ubeyd şöyle ekliyor: “Bilal’e ezan okuması, Ebubekir’e de cemaat kıldırması emredildi ve Ebubekir cemaat namazını kıldırdı.”[31].

15-Bir başka hadis de Enes’ten: Hz. Resulullah’ın -sav- vefatıyla sonuçlanacak hastalığı sırasında bir gün Bilal gelip hazrete -sav- namaz vaktini duyurdu. Hazret “Bilal, namaz vaktini duyurmuş oldun, dileyen kılsın, dileyen kılmasın!”buyurdu. Bilal “Anam babam size feda olsun ya Resulullah, cemaate kim namaz kıldırsın dersiniz?”diye sordu, hazret -sav- “Namazı Ebubekir’in kıldırmasını emret!” buyurdu. Ebubekir cemaate namaz kıldırmaya başladığında hz. Resulullah’ın -sav- durumu iyileşti…”[32]

Bir Eleştiri

11 no’lu hadiste hz. Resulullah’ın -sav- durumunun ağırlaştığından söz edilmektedir.

Resulullah’ın -sav- durumu ne kadar ağırdı yani?

Aişe’den ulaşan bazı rivayetlerde, durumu biraz iyileştiğinde hazretin -sav- iki kişiye yaslanarak ayağa kalkıp camiye gittiği ve ayakları yerde sürüklenecek kadar halsiz ve bitkin olduğu geçer.

Eğer Resulullah’ın -sav- “biraz iyileşmiş” hali böyle idiyse, “ağırlaşmış” hali nasıldı?

Bu haline “iyi” denilen bir hastanın “ağırlaştığı” söylendiğinde komada bulunduğu, kendisinde olmadığı kastedilebilir ancak…

Aişe’nin odasında koma halinde bulunan Resulullah -sav- o haliyle konuşamayacağına göre; Bilal’e “Resulullah, Ebubekir’in cemaate namaz kıldırmasını emretti” diyen, kim olabilir aslında?!!

Hz. Resulullah’ın -sav- Ebubekir’in Arkasında Namaz Kılması
16-Müsned-i Ahmed’de Aişe’den şöyle rivayet edilir: “Resulullah -sav- ölüm döşeğindeyken cemaat namazını Ebubekir’in kıldırmasını emretti, böylece Ebubekir cemaate imam oldu ve peygamber de -sav- oturmuş olarak, ona uyup namaz kıldı”[33].

17-Müsned-i Ahmed’le, Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ında Aişe’nin şu cümlesi geçer: “…Resulullah -sav- vefatıyla sonuçlanacak hastalığı sırasında Ebubekir’in arkasında durdu ve ona uyup yerde oturarak namazını kıldı”[34].

Ebubekir’in İmametinin Hz. Resulullah’ı -sav- Sevindirmesi

18-Sahih-i Buhari’yle Sahih-i Müslim ve Müsned’i Ebu Avane’de kayıtlı bir hadisi, Sahih-i Buhari’deki nakliyle aktarıyoruz; Züheri tanınmış sahabe Enes b. Malik Ensari’den şöyle rivayet ediyor: Hz. Resulullah’ın -sav- ölüm döşeğinde yattığı günlerdi; hazret -sav- odasının perdesini çekti, ayaktaydı… Bize baktı; mübarek yüzü Kur’an sayfası gibi güzel ve nurluydu. Tebessüm etti, sonra tebessümü gülücüğe dönüştü. Hazretin -sav- sevinci nedeniyle neredeyse namazımız bozulacaktı. Hazretin namaz kılmaya geldiğini zanneden Ebubekir, cemaat safına katılmak için gerilemek istedi ama Resulullah -sav- namaza devam etmesini işaret edip perdeyi indirdi ve o gün vefat etti[35].

Bir Eleştiri

Hulefa okulu (ehl-i sünnet) alimleri, hz. Resulullah’ın -sav- evinin Mescid’un Nebi’ye göre konumunu bilmezler mi acaba? Resulullah’ın -sav- evinin Mescid’un Nebi’ye açılan kapısı kıblenin solundadır; yani namaz sırasında müslümanlar kıbleye doğru durduğuna göre, kapıda duran hazret -sav- cemaatin sol tarafına denk düşmektedir. Bu durumda cemaat, namazını bozmadan ve yüzünü sol tarafa doğru çevirip bakmadan hz. Resulullah’ı -sav- nasıl görebilmiş, hatta onun tebessüm ettiğini bile nasıl fark edebilmiştir acaba?!!

Bunca yalan rivayetlerin uydurulup yayılmasının, Ebubekir’in halifeliğini ispatlayıp buna dayanak gösterebilmekten başka amacı var mıdır?!

19-Buhari, Ebu Avane, Ahmed ve Belazüri’nin Enes bin Malik’ten naklettiği bir rivayeti, Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz: Hz. Resulullah -sav- üç gün boyunca evden çıkmadı ve cemaat namazını kıldıramadı. O gün, namaz vakti girdiğinde Ebubekir cemaate namaz kıldırmak için öne geçti, bu sırada hz. Resulullah -sav- odasının perdesini aralayıp dedi ki…[36]

20-Enes, bir başka rivayetinde de şöyle diyor: …. Pazartesi günü sabah namazını müslümanlara Ebubekir kıldırırken…[37].

Buraya kadar aktardığımız hadis ve rivayetlerin 8’i dışında, tamamını Sahih-i Buhari’den iktibas ettik. Ebu Davud’un Sahih’inden 1, Sünen-i İbni Mâce’den 2, Ahmed’in Müsned’inden 5 hadis aktardık ki bunların tamamı Ebubekir’in halifeliğini ispatlama cihetindedir.

Ebubekir’in İmameti, Onun Hilafetinin Delili Sayılır

21-Hasan Basri şöyle diyor: Hz. Resulullah’ -sav- ölüm döşeğindeyken cemaat namazını Ebubekir’e kıldırdı(…)Vallahi bu, Resulullah’tan -sav- sonra halkın yönetici ve sahiplerinin kim olduğunu bilmesi içindi[38].

Ömer bin Abdulaziz bir adamını Hasan Basri’ye göndererek “Resulullah -sav- Ebubekir’i kendisinden sonra halife olarak seçmiş miydi?”diye sordu. Hasan Basri “Arkadaşının bundan şüphesi mi var?”diye cevap verdi, “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki kesinlikle onu halifeliğe seçmişti! Çünkü namazı başkalarının değil, onun kılmasını emretti; Ebubekir kendi başına bu makama oturmaktan korkar, bundan Allah’a sığınırdı”[39].

22-Hk.316’da vefat eden Ebu Avane, Müsned’inde yukarıdaki hadislerden bazısını aktardıktan sonra “Bu hadisler, hz. Peygamber’den -sav- sonra Ebubekir’in halife olması gerektiğini göstermektedir”der, “Zira hz. Resulullah -sav- “Kur’an’ı en iyi okuyanınız size imam olmalıdır” demiştir. Sahabe arasında Kur’an okuma konusunda Ebubekir’den çok daha ileri olanlar vardı; seste de ondan daha gür ve daha güzel olan sahabeler vardı. Resulullah’a -sav- defalarca Ebubekir’den başkasını cemaat imamlığına ataması rica edildi ve Ebubekir’in fazla yufka yürekli olduğu için namaz sırasında ağladığı ve bu işi beceremeyeceği hatırlatıldı. Ama bütün bu tavsiyelere rağmen hz. Resulullah -sav- Ebubekir’den başkasını cemaat imamlığına seçmedi ve ondan başkasının bu işi yapmasına razı olmadı. Hatta Ebu Mesud Ensari’nin kavline göre hz. Peygamber -sav- “Kudret ve saltanat dönemini yaşamakta olan biri başkasına uymamalıdır”demiştir[40].

Bütün bunlar, Peygamber-i Ekrem’den -sav- sonra Ebubekir’in halife olması gerektiğini göstermektedir.

İbni Kesir, bu hadislerin çoğunu aktardıktan ve bunlardaki çelişkilerle tutarsızlıklara makul bir açıklama getirebilmek için epey uğraştıktan sonra[41] şöyle der: “Bu hadisler, Peygamber’in -sav- cemaate imamlıkta Ebubekir’i bütün sahabeye yeğlediğini göstermektedir, nitekim namaz İslam dininin en büyük pratik esas ve rükünlerinden biridir.”

Şeyh Ebu’l Hasan Eş’ari[42] şöyle der: Hz. Resulullah’ın -sav- cemaat namazına imamlık konusunda Ebubekir’i diğer sahabelerden üstün tutmuş olduğu, İslam tarihinin apaçık bilinen zaruriyetlerindendir (…) Namaz için Ebubekir’i tercih etmesinin sebebi, Kur’an okuma konusunda onun bütün sahabeden daha alim olmasıdır”[43]!!!

23-Sahihliğinde bütün ulemanın ittifak ettiği bir hadiste hz. Resulullah -sav- şöyle buyurmaktadır: Bir kavmin imamı, Kur’an kıraatini en iyi bilen kimse olmalıdır. Bu konuda bütün fertler eşit olursa Resulün sünnetini en iyi bilen, sünneti bilmede de herkes eşit olursa en yaşlı olan, yaşta da herkes aynı olursa ilk müslüman olan kimse ümmetin imamı olmalıdır.”

İbni Kesir “İmam Eş’ari’nin bu sözü altınla yazılmalıdır” der ve ekler: “İmametin bütün bu şartları Ebubekir’de toplanmıştı!”[44].

Hulefa Okulu Rivayetlerinde Ebubekir’in İmameti

24-Bu konuda, kargaları bile güldürecek bir hadis de ehl-i sünnet ulemasının hz. Ali’den -s- aktardığı rivayettir; Hasan Basri, İmam Ali’nin -s- şöyle dediğini naklediyor: Resulullah’ın -sav- vefatı birdenbire olmuş değildir, bilakis bir hastalıktan sonra vefat etmiştir. Bu hastalık günlerinde Bilal gelip namaz vaktinin girdiğini bildiriyor, hz. Resulullah da -sav- “Ebubekir’i bulup getirin, cemaate namaz kıldırsın” buyuruyordu. Bunu buyururken beni de görüyordu (ben de oradaydım). Resulullah -sav- vefat edince, onun din işlerini Ebubekir’e havale ettiğini gören halk “biz de dünya işlerimizi Ebubekir’e havale edelim” deyip onu halife seçti.[45]

25-Bir başka hadiste de yine hz. Ali’nin -s- şöyle dediği rivayet ediliyor: Resulullah -sav- vefat edince oturup ne yapacağımı düşündüm. Resulullah -sav- Ebubekir’i namazda hepimize yeğ tutmuştu. O zaman hazretin -sav- din işlerinde bize üstün tuttuğu kimseyiz biz de dünya işlerinde üstün tuttuk ve ümmete imam seçtik[46].

Enes de hz. Ali’den -s- şöyle rivayet ediyor: “Resulullah -sav- hastalandığında cemaat namazını kıldırması için Ebubekir’i görevlendirdi, bu sırada ben de oradaydım ve hazret benim orada olduğumu görüyordu. Resulullah -sav- vefat edince müslümanlar din işlerinde o hazretin kendilerine imam kıldığı kimseyi, dünya işlerinde de imam edindiler ve Ebubekir’in velayetini kabullendiler. Vallahi Ebubekir velayet (yönetim) konusunda ehildi…”

Bu rivayetler varken, Ebubekir’i Resulullah’ın -sav- kendisine verdiği bir makamdan kim uzaklaştırabilirdi artık?..

Bir Eleştiri

Konuyla ilgili diğer tarih ve hadis kaynaklarına bakıldığında yukarıdaki hadis ve rivayetin uydurulmuş olduğu açıkça görülmektedir.

Hulefa okuluna mensup bazı sözde alimlerin, Ebubekir’in halifeliği hak etmiş olduğunu ispatlamak için her yola başvurduğunu, hatta bu uğurda hz. Resulullah’la -s- hz. Ali’nin şahsiyet ve maneviyatını harcayıp zâyetmekten bile çekinmediğini ve onlara iftira yaktığını görmek gerçekten üzücüdür. Çünkü hz. Ali -s- hz. Fatıma’yı -s- bir bineğe bindirip geceleri birer birer ensarın evine gidiyor ve hakkını alması için kendisine yardımcı olmalarını istiyordu. Tarihi kaynaklarda hz. Fatıma’nın da ensardan hz. Ali’ye -s- yardımcı olmalarını istediği ve ensarın “Ey Resulullah’ın kızı, biz Ebubekir’e bir kez biat etmiş olduk ve bu iş kapanmış sayılır artık. Eğer amcanın oğlu halifeliğe Ebubekir’den önce talip olsaydı tabii ki biz Ebubekir’i kabul etmezdik” şeklinde cevap verdiği, bunun üzerine hz. Ali’nin -s- de onlara “Resulullah’ın -sav- cenazesini yerde bırakıp benim de onlar gibi hilafet için kavgaya tutuşmamı mı bekliyordunuz?”dediği, hz. Fatıma’nın -s- da ensara “Ebu’l Hasan (hz. Ali -s-) o sırada doğru olanı yaptı, ama halk, yıllar sonra Yüce Allah’ın azabına uğramalarını gerektirecek ve Allah katında hesap vermeleri gereken bir iş yaptı” şeklinde uyarıda bulunduğu kayıtlıdır[47].

Hz. Emir’el Müminin Ali -s- de Sakife macerası ve halifelik hakkının gasbedilişiyle ilgili duygu ve şikayetlerini dile getirdiği ünlü Şıkşıkiyye Hutbesi’nde şöyle buyurur: Şunu biliniz: Allah’a yemin ederim ki Ebubekir İslam devleti konusunda benim konumumun, değirmen taşının mili gibi olduğunu ve taşın ancak bu mil etrafında hareket edebileceğini bile bile halifelik hırkasını kendi sırtına geçirdi… Bunun üzerine ben halifelik hırkasını bırakıp ondan uzaklaştım ve hakkımı tek başına aramamın mı, yoksa oluşturulan bu baskı dolu karanlık ortamda sabretmemin mi daha doğru olacağını ölçüp biçtim ve gözümde diken, boğazımda kemik kalmışçasına sabretmemin daha doğru olacağını gördüm… Şaşırmamak elde değil; Ebubekir yaşarken, halka, kendisini bırakmalarını -yerine başkasını getirmelerini- söyleyip durduğu halde[48] ölürken nasıl oldu da kendi yerine ötekini halifeliğe tayin ediverdi!?..[49].

Ebubekir Cevherî, Ebubekir’e biat ettirilmesi için -istemediği halde- camiye götürülen İmam Ali’nin -s- “Ben devleti yönetmeyi sizden daha iyi bilirim ve buna sizden daha layığım; bu nedenle benim size değil, sizin bana biat etmeniz gerekir!”dediğini nakleder[50].

Resulullah’ın -sav- Vefatından Sonra Ensar’ın Söylediği Söz

26- Buraya kadar aktardığımız hadis ve rivayetlerden sonra, şimdi aktarmak istediğimiz rivayetin fazla şaşırtıcı olmayacağı kanısındayız: Zerr bin Hubeys, Abdullah b. Mesud’un şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah -sav- vefat ettiğinde ensar, muhacirine “bir devlet başkanı bizden, biri de sizden olsun(ikisi birlikte halife olsun)”dedi. Ömer, ensara “Resulullah’ın -sav- ömrünün son günlerinde Ebubekir’i cemaat imamlığına seçtiğini bilmiyor musunuz?”diye sordu. Ensar “evet” deyince Ömer “O halde Ebubekir’den öne geçmeye hanginizin gönlü razı olur şimdi?”diye sordu, ensar “Ebubekir’den öne geçmekten Allah’a sığınırız!”dediler[51].

Bir Eleştiri

Buraya kadar aktardığımız hadis ve rivayetlerden de anlaşılacağı üzere hulefa okulu mensupları Ebubekir’in sırf birkaç defa cemaat imamlığı yapmış olmasını, onun halife olması için yeterli gerekçe olarak göstermektedirler.

Buna şaşırmamak elde değildir gerçekten…Zira hz. Resulullah -sav- tarafından cemaat imamlığına -hem de çok daha uzun sürelerle- atanan onca sahabe olduğunu ve mesela Ebu Huzeyfe’nin azadlı kölesi olan Salim’in; aralarında Ebubekir’le Ömer’in de bulunduğu bütün sahabeye Kuba Camii’nde uzun bir süre imamet ettiğini ve bunun da Sahih-i Buhari’de kayıtlı olduğunu bilmez mi bu muhteremler?!.[52].

Evet, Ebubekir “Kuba”da imam değil, memumdur ve köleyken azad edilmiş bir müslüman ona imamet etmektedir!.. Başka örnekler de verelim:

28-Sünen-i Ebu Davud’la Müsned-i Ahmed’den: “…Resulullah -sav- İbni Ümmü Mektum’u Medine’de kendi yerine vekil olarak bıraktı…”[53]

29-Müsned-i Ahmed’den: “…İbni Ümmü Mektum kör olduğu halde cemaate imamlık ediyor, namaz kıldırıyordu.”[54].

30-Moğazi-i Vakıdi (öl: hk.207), Tabakaat-ı İbni Sa’d ve Siyer-i İbni Hişam’da şöyle rivayet edilir: Resulullah -sav- İbni Mektum’u Bedir[55], Uhud[56], Benî Nezîr[57], Ahzab[58] , Benî Kurayzâ savaşı[59] , Mekke fethi[60] ve daha birçok savaşta[61] kendi yerine Medine’de vekil bırakmıştır.

31-Vakıdi’yle İbni Mesud şöyle rivayet ederler: “İbni Ümmü Mektum Cuma namazı kıldırırdı, minberin kenarında hutbe okur, minberi daima sol tarafına alacak şekilde dururdu.”[62].

Sözkonusu alimler yukarıda sıraladığımız belgeleri görmemiş, okumamışlar mıdır acaba?

Sahih-i Buhari’nin kitab’usselat’ındaki:

-Köle ve azadlının imameti babı

-Aişe’nin kölesi Zekvan’ın, Kur’an üzerinden Aişe’ye imamette bulunduğu babı[63].

-Gayri meşru ve bedevi çocuklarının imameti babı

-Büluğ çağına ermemiş çocuğun imameti babı[64] gibi bölümlerden hiç mi haberleri yoktur bu muhterem alim zatların?!

Büluğa Ermemiş Çocuğun İmam Olması

32-Mekke’nin Fethi babında Amr bin Semle şöyle anlatır: Kavmim cemaat namazlarında beni imam ederdi, çünkü ben Kur’an’ı diğerlerinden daha iyi biliyordum. İlk kez imam olduğumda 6-7 yaşlarındaydım. Elbisem pek eski ve söküktü, namaz kılarken söküldüğü yerden kayıyordu. Namaza gelen kabilemizin kadınlarından biri “Kur’an karinizin sırtına bir elbisede mi alamıyorsunuz siz?!”diye çıkışınca bana bir elbise aldılar. Hayatımda en mutlu günüm, ol elbiseyi giydiğim gün olmuştur”[65].

33-Yukarıdaki rivayet, Sünen-i Ebu Davud’da şöyle geçer: “Kabilemin cemaat namazını ben kıldırıyordum. Bir tarafı epey sökülmüş bir kilim vardı sırtımda; namaz sırasında sırtım açık kalıyordu…”

Bir başka rivayette de şu ifadeyle geçer: “…Kabileme namaz kıldırdığım o günlerde, sarı renkli sökük bir kilimden başka giyeceğim yoktu, secdeye vardığımda arka tarafım açık kalıyordu. Kabilemizin kadınlarından biri “Kur’an karinizin üzerine -avretini örtecek- bir şey giydirsenize!”deyince bana bir Umman elbisesi aldılar”[66].

Bu Rivayetlere Bakılacak Olursa Cemaat İmamlığında Adalet Şartı Aranmadığı Gibi Dindarlık Da Şart Değildir!..

34-Buhari, sapkın ve bid’at ehli birinin imameti hakkında şöyle yazıyor: “Hasan Basri, sapkın ve bid’at ehlinin arkasında namaz kılınabileceğini, zira onun bid’at ve sapkınlığının sadece kendisine zarar vereceğini söyledi”[67].

Yine benzeri bir konuda Züheri’nin şu ibaresi rivayet edilmektedir: Zaruri olmadıkça kadına benzeyen erkeğin cemaat imamı olmaması gerekir[68].

35-Aşırı sayıda rivayetleriyle ünlü sahabe Ebu Hureyre, Resulullah’ın -sav- şöyle buyurduğunu söyler: Farz namazı her müslümanın arkasında kılabilirsiniz, ister iyi, ister kötü biri olsun, hatta büyük günahları işlemiş birinin bile arkasında namaz kılınabilir[69]!!!

Bütün bunları okuyan ve pekalâ bilmesi gereken muhterem bazı alimlerin; Ebubekir’in sırf birkaç gün (Resulullah’ın -sav- hastalığı döneminde)cemaate imamet etmiş olmasını onun hilafetine nasıl gerekçe gösterebildiklerini anlamak mümkün değildir gerçekten…

Bu Rivayetlerdeki Çelişkiler

Bütün bunlardan daha da önemli olanı, Ebubekir’in cemaat imamlığıyla ilgili hadis ve rivayetlerdeki çelişkilerin nasıl olup da bu muhterem zatların dikkatinden kaçmış olduğudur. Bunlara kısaca göz atmakta yarar var sanıyoruz:

1-Resulullah -sav- hastalık günlerini Aişe’nin evinde geçirmek için diğer eşlerinden talepte mi bulunmuştur? Diğer eşleri de, Aişe’nin sırası olmadığı halde, hazretin onun evine intikaline izin mi vermişlerdir?

2-Yoksa hazret -sav- eşlerinin sırasını gözetmeye büyük önem veriyor, ama Aişe’nin evinde bulunmayı tercih ettiği için mi hep “yarın neredeyim ben?”diye soruyordu ve Aişe’nin sırası olmadığı halde değil de, Aişe’nin sırası olduğu gün mü onun evine intikal etmiş ve “orada huzur bulmuş”tur?

Bu durumda hangi şık doğrudur?

Dahası; Aişe’nin evinde olduğu gün hazret -sav- kimin çağırılmasını istedi?

Aişe’nin evindeki bu olayın aslı nedir sahi?

Resulullah’ın -sav- çağrılmasını istediği kişi kimdi? Resulullah -sav- hz. Ali’yi -s- istemiş, ama ondan Ebubekir, Ömer ve Abbas’ın da çağrılması rica edilince hazret -sav- kabul etmiş ve Ebubekir gelince hazret -sav- ona cemaat namazını kıldırmasını mı emretmiştir?

3-Yoksa hazret -sav- sürekli komaya giriyor, biraz kendisine gelince abdest alıyor, ama kalkmaya çalışınca yine kendisinden geçiyordu da bu halde mi Ebubekir’in cemaate namaz kıldırmasını istemişti?..

4-Yoksa olay şöyle midir: Bilal hz. Resulullah’a -sav- namaz vaktini bildiriyor ve hazret de -sav- “Ey Bilal, namaz vaktini bildirmiş oldun, tamam; dileyen kılsın, dileyen gitsin!”mi diyordu?

Yoksa Bilal kendiliğinden değil de daha önce Resulullah’ın -sav- emri ve direktifi ile mi hazrete -sav- namaz vaktini bildirmekteydi?

5-Yoksa bunların hiçbiri değil de, şöyle midir: Resulullah -sav- herhangi birinin cemaate namaz kıldırmasını istemiş, İbni Zumee de Ömer’e gidip namazı onun kıldırmasını söylemiş, ama namaz sırasında Ömer’in sesini duyan Resulullah -sav- “Hayır! Allah bunu kabul etmez!”mi demiştir??!!

6-Yoksa şöyle midir: Resulullah -sav- namazı Ebubekir’in kıldırmasını emretmiş, ama Aişe onun değil de Ömer’in namaz kıldırması için defalarca ricada bulunmuş, yine de Resulullah -sav- onu reddederek namazı illâ Ebubekir’in kıldırması gerektiğinde ısrar edip “Siz Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” mi buyurmuştur?

Sahi, şunu da soralım hemen: Resulullah’ın -sav- burada kastettiği “kadın” Aişe midir, yoksa Hafsa mıdır?

Ömer’i cemaat namazı kıldırmaya davet eden kim olmuştur?

Ebubekir mi ona “sen imam ol” demiş, ama Ömer kabul etmeyip “Sen benden daha layıksın diyerek imameti Ebubekir’e bırakmıştır?

Yoksa İbni Zumee mi Ömer’e cemaat namazını kıldırmasını söylemiş, o kıldırınca hazret -sav- farkına varıp hiddetlenmiştir?!..

Ve:

Müslümanlar hz. Resulullah’ı -sav- son kez “Ebubekir’in arkasında, ona uyarak ve halsizlikten yere oturmuş şekilde namaz kılarken” mi görmüşlerdir; yoksa cemaatin Ebubekir’in arkasında namaz kılmakta olduğu bir sırada Resulullah’ın -sav- Aişe’nin odasının perdesini araladığı anda mı?!?.

Tarihi Belgelerde Ebubekir’in İmameti

Buraya kadar aktardığımız çelişki ve tutarsızlıklarla dolu bu rivayet ve hadislerin tamamını, ehl-i sünnetin (hulefa okulunun) önemli Sahih’leriyle Müsned ve Sünen’lerinden aldık... Tarihi kaynaklara müracaat edilecek olursa bu çelişki ve tutarsızlıkların çok daha fazla olduğu görülecektir:

36-Ensab’ul Eşraf’ta, Aişe’nin şöyle anlattığı kayıtlıdır: Resulullah’ın -sav- benim evime intikal ettirilmeyi emrettiğini duyunca kalkıp evi süpürdüm(çünkü benim hizmetçim yoktu ve ev işlerini kendim yapıyordum), yere bir yatak serdim ve başucuna, içi kuru otla dolu bir yastık koydum. Namaz vakti gelince “Birini gönder, cemaat namazına imamet etmesi için Ebubekir’e gitsin” buyurdu.

Birini gönderdim, ama babam gelemeyeceğini bildirerek şu mesajı göndermişti bana: “Ben yaşlıyım, güçsüzüm, Resulullah’ın -sav- görevlerini üstlenecek, onun namaza durduğu yerde durup cemaate namaz kıldırabilecek gücü kendimde göremiyorum. İyisi mi, sen bu işi Ömer’e bırakması için Resulullah’ı -sav- ikna etmeye çalış ve bunun için Hafsa’dan da yardım iste!”

Babamın söylediği gibi yaptım ama Resulullah -sav- “Siz Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz; birini gönderip Ebubekir’i buldurun!”dedi”[70].

37-İbni Sa’d’in Tabakaat’ında şu rivayet geçer: Resulullah -sav- hastayken Ebubekir’e “cemaat namazını kıldır!”buyurdu. Biraz sonra kendisini iyi hissedince kalkıp mescide gitti, bu sırada cemaate namaz kıldırmakta olan Ebubekir, hz. Resulullah’ın -sav- mescide girdiğini farketmemişti. Hazret -sav- elini Ebubekir’in iki omuzu arasına koyunca Ebubekir geri döndü, bu sırada hz. Resulullah -sav- Ebubekir’in sağ tarafında yere oturup Ebubekir’e uydu ve onun imametinde namazını kıldı. Namaz bitince “Her peygamber, ölmeden önce ümmetinden birinin imametinde namaz kılmıştır!”buyurdu[71].

38-İbni Sa’d’in Tabakaat’ıyla Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ında, Fuzeyl b. Amr Fakimi’den şu rivayet geçer: “Ebubekir, hz. Resulullah -sav- hayattayken üç kez cemaat imamlığı yaptı”[72]. Aynı kaynaklar, benzeri bir rivayeti Ekreme’den de nakletmektedir[73].

39-Bir başka rivayette de “Ebubekir 17 kez cemaat imamlığı yaptı” şeklinde geçmektedir[74].

40-Belazüri, Minhal b. Ömer’le Süveyd bin Ğafle’den rivayetle hz. Ali’nin -s- şöyle dediğini yazar: Resulullah -sav- müminlere namaz kıldırması için Ebubekir’i seçti ve, Resulullah -sav- hayattayken 9 gün cemaat namazını Ebubekir kıldırdı.

41-İbni Sa’d, Muhammed bin Kays’tan şöyle rivayet eder: Resulullah -sav- 13 gün hasta yattı; kendisini iyi hissettiğinde mescide gelip cemaat kılıyor, durumu ağırlaştığında da cemaati Ebubekir’e kıldırıyordu.

Ebubekir’le Ömer’in, Usame’nin Komuta Ve Emrine Verilmesi

Hulefa okulunun muteber kabul ettiği Sahihlerle Sünenler, Siyerler, Müsnedler ve tarih kaynaklarında, yukarıdaki rivayet ve olaylar gibi, sahih olmadığında şüphe bulunmayan ve inanılmaz tutarsızlık ve çelişkilerle dolu son derece şaşırtıcı birçok hadis ve rivayet nakli vardır (ki mezkur kaynakların bunlardan arıtılması gerekmektedir-çev-); bu sahih olmayan nakiller, aslı astarı olmayan bazı olay ve hadislere inanılması gibi hatalı sonuçlar doğurmuştur. Mesela sözkonusu nakillere istinaden vuku bulduğu iddia edilen yukarıdaki olayların hakikatte vuku bulması kesinlikle imkansızdır! Çünkü bahsi geçen tarihlerde hz. Resulullah -sav- Romalılarla savaşılması için genel seferberlik ilanıyla ordu hazırlatmış ve Üsame komutasındaki bu orduya ensar ve muhacirin de dahil olmak üzere bütün sahabelerin katılması yolunda kesin direktif vermiştir!

Sahih rivayetlerin kayıtlı olduğu bütün kaynaklar bunu doğruladığına göre hz. Resulullah’ın -sav- Ebubekir veya Ömer’i cemaate namaz kıldırmakla görevlendirmesi ve hele bunu vurgulamış olması mümkün müdür?

Çünkü sahih olduğunda şüphe bulunmayan bu tarihi belgeye göre hz. Resulullah -sav- bütün ashabının Üsame’nin ordusuna katılmasını ve bu ordunun hiç vakit kaybetmeden derhal hareket etmesini defalarca emretmiş, hasta yatağında bu direktifi sürekli tekrarlamış, hatta Üsame’nin ordusuna katılmayanları lanetlemiştir.

Bu olayı, sağlam tarihi kaynaklardaki belgelerden kısaca aktaralım[75]:

Hicretin 11. yılı Sefer ayının 26. gününe denk gelen Pazertesi, hz. Resulullah -sav- bütün Müslümanların, Romalılarla savaşa gitmek üzere hızla hazırlanmasını emretti. Hemen ertesi gün, Üsame b. Zeyd’i çağırtarak şu direktifi verdi: “Babanın şehid düştüğü yere git ve ordunla onlara saldır, seni bu orduya komutan tayin ediyorum!”

Ama Çarşamba günü Resulullah -sav- hastalandı. Ateşi vardı ve şiddetli bir baş ağrısına yakalanmıştı. Ertesi gün hazret -sav- sancağı Üsame’ye bizzat verip “Allah’a karşı kafir olanlarla Allah adına ve Allah yolunda savaş!”buyurdu. Üsame, sancağı alıp Medine’den çıktı ve sancağı Büreyde b. Hesib Eslemi’ye teslim edip Medine dışında “Corf” denilen yerde[76] karargah kurdu. İlk muhacirlerle ensarın tamamı savaşa katılmakla görevlendirilmişti, bunlar arasında Ebubekir, Hattaboğlu Ömer, Ebu Ubeyde b. Cerrah, Sa’d b. Ebu Vakkas, Said b. Zeyd, Katade b. Numan ve Semle b. Elsem de vardı. Orduda Üsame’nin komutanlığını sindiremeyip eleştirenler ve “toy bir genci muhacirine komutan etti” diyerek Resulullah’ı -sav- kınayanlar vardı. Bu sözler kulağına varınca hz. Resulullah -sav- pek rahatsız olmuş, öfkelenmişti. Vücudunu büyük bir bezle sarmış, başına da bir bez bağlamıştı. Bu haliyle minbere çıkıp şöyle buyurdu: “Bazılarınızın, Üsame’nin komutanlığı hakkında söylediklerini duydum. Üsame’yi komutan seçmemi eleştirenler, geçmişte babasını komutan seçtiğim zaman da böyle eleştirmişlerdi!..[77]Resulullah -sav- konuşmasını tamamladıktan sonra evine gitti, o gün Rebiül evvel ayının 10. günü, Cumartesiydi[78].Üsame’ye katılan müslümanlar, orada hz. Resulullah’la -sav- vedalaşıp Corf’taki karargaha gittiler. Aynı gün hazretin hastalığı şiddetlendi, sürekli “Üsame’nin ordusunu derhal hareket ettirin!”diye emrediyordu. Pazartesi günü Üsame karargaha gitti. O gün sabahleyin hazretin durumu düzelir gibi olmuş, karargaha hareket etmeden önce Üsame’yi çağırıp “Rabbimin rahmet ve bereketine sığınarak hareket et!”buyurmuştu. Binaenaleyh Üsame hazretle vedalaşmış ve karargaha doğru yola çıkmıştı.

Üsame karargaha varır varmaz orduya hareket emri verdi. Tam bineğine bineceği sırada annesi Ümmü Eymen tarafından gönderilen bir haberci, Resulullah’ın -sav- vefat etmek üzere olduğu haberini ulaştırdı. Üsame Medine’ye geri döndüğünde güneş batmak üzereydi ve Ömer’le Ebu Ubeyde de onunla birlikteydi. Medine’ye varıp Resulullah’ın -sav- evine ulaştıklarında hazret çoktan vefat etmişti. Haber karargaha da yayılmış, ordu Medine’ye geri dönmüştü. Üsame’nin sancaktarı Büreyde bin Hesib de şehre dönmüş ve sancağı Resulullah’ın -sav- evi önünde yere dikmişti.

Cevheri’nin rivayetinde[79] şöyle geçer: Üsame hz. Resulullah’tan -sav- ordunun hareketini biraz ertelemesini, zira kendisinin, hazretin sağlık durumundan endişe duyduğunu söyledi; ama hazret -sav- “Sen, benim emrimi dinle!”buyurdu ve bunu söyledikten sonra kendisinden geçti. Bunun üzerine Üsame hareket için hazırlıklara başladı. Hz. Resulullah -sav- kendisine geldiğinde ilk sorusu Üsame’nin ordusunun hareket edip etmediğiydi, ordunun harekete hazırlandığı söylenince “Üsame’nin ordusunu hemen harekete geçirin, bu orduya katılması gerekip de katılmayana Allah lanet etsin!”buyurdu ve bunu birkaç defa tekrarladı.

Üsame Medine’den hareket etti, sancağı o taşıyor, sahabe onun önünde hareket ediyordu.

Corf denilen yere vardıklarında orada konakladılar. Muhacirinden Ebubekir, Ömer ve diğerleriyle, ensarın Useyd bin Hezir ve Beşir bin Sa’d gibi büyükleri de Üsame’yle birlikteydi. Bu sırada Üsame’nin annesi Ümmü Eymen’in özel habercisi gelip Üsame’ye savaş için acele etmemesini, biraz beklemesini, zira hz. Resulullah’ın -sav- vefat etmek üzere olduğunu bildirdi. Bu haber üzerine Üsame, sancakla birlikte Medine’ye geri döndü...”

Yakubi şöyle yazar:

Ebubekir’le Ömer yaşadıkları sürece Üsame’ye hiçbir zaman adıyla hitab etmediler, ona hep “emir” (reis ve kumandan) diye seslenirlerdi. Ebubekir halife olur olmaz Üsame’ye, ordusunu harekete geçirip Medine’den ayrılmasını emretti; bu arada devlet yönetimiyle ilgili işlerde kendisine danışıp yardımını alabilmek için Ömer’i götürmemesini istedi. Üsame “Ya kendin? Sen de mi gelmeyeceksin?!”diye sorunca Ebubekir “Yeğenim!”dedi, “Baksana halkın yaptığına; beni halife seçtiler işte! Sen beni dinle ve Ömer’i benim yanımda bırakıp kendi vazifenle ilgilen!”[80]

Bir Eleştiri

Bu rivayetlere göre hz. Resulullah -sav- Ebubekir’le Ömer’in de aralarında bulunduğu ensarla muhacirinin bütün önde gelenlerini Romalılarla savaşmak üzere Üsame’nin ordusuna katılmakla görevlendirmiş ve bu zevatın orduya katılmasını ısrar ve önemle vurguladığı gibi, bu emre uymayanları lanetlemiş ve bunu da defalarca tekrarlamıştır.

Ancak, yine bu rivayetlere göre aynı zaman dilimlerinde hz. Resulullah -sav- bu orduya katılmaları için onca ısrarda bulunduğu zevattan bazısının Medine’de cemaate imam olmasında da ısrar etmiştir!!..

Yani bir taraftan Üsame’nin ordusuna katılıp derhal Medine’den ayrılmaları, bir taraftan da, Medine’de kalıp cemaat imamlığı yapmaları emrediliyor??.

Bu bile, sözkonusu rivayetlerdeki en bariz çelişkilerden biri değil midir?!!

Bu çelişkiler bu kadarla da bitmemektedir:

Daha önce aktardığımız senet ve rivayetler, onca farklı deyişlere rağmen Ebubekir’in imameti konusunda belli bir tablo çizmedeydi.

Ama mesele bu şekilde bitmemiştir...

Yine aynı kaynaklardaki senetlere göre hadise çok daha farklıdır...

Sözkonusu ilk senetlerde Ebubekir’in bizzat hz. Resulullah’ın -sav- emriyle cemaate imamlıkta bulunduğu iddia edildiği halde, ikinci gruptaki senetlerde, cemaat namazının Ebubekir’in imametiyle tamamlanmış olmadığı belirtilmekte ve hz. Resulullah’ın -sav- imametiyle devam edip yine Resulullah’ın -sav- imametiyle bittiği kaydedilmektedir!..

Bu namazın Ebubekir’in imametinden hz. Resulullah’ın -sav- imametine nasıl geçtiği konusunda ise bu raviler her nedense hiçbir şey söylememekte ve sükut etmektedirler. Ama başka muteber kaynaklarda meselenin “suskunlukla geçiştirilmeye çalışılan” bu kısmı da anlatılmaktadır:

Ehl-i Sünnet Kaynaklarında Ebubekir’in Cemaat İmamlığının Aslı Ve Hakikati Nedir?

Sahihlerle hadis Müsnedlerindeki hadislerle rivayetler incelendiğinde, olayın gerçeği ortaya çıkıyor; şimdi bunlara bir göz atalım:

42-Sahih-i Buhari, sahih-i Müslim, Sünen-i İbni Mâce, Müsned-i Ebu Avâne, Müsned-i Ahmed, Tabakaat-ı İbni Sa’d ve Ensab’ul Eşraf-ı Belazüri’de geçen rivayeti, Sahih-i Buhari’den iktibasla aktarıyoruz; Aişe şöyle rivayet ediyor:

Resulullah’ın -sav- durumu ağırlaşmıştı; bu sırada Bilal gelip namaz vaktinin girdiğini duyurunca hz. Resulullah -sav- “Ebubekir’e söyleyin, cemaate namaz kıldırsın!”diye emretti... Ebubekir camiye girdiği sırada hz. Resulullah -sav- kendisini biraz iyi hissetti ve yerinden kalktı, ama çok güçsüz olduğu için iki kişiye yaslanarak[81] yürüyor, yürürken mübarek ayakları yerde sürükleniyordu. Bu halde camiye girdi. Hazretin -sav- ayak seslerini duyan Ebubekir yüzünü çevirmeden geri döndü (biraz gerilediği kastediliyor-çev-), Resulullah -sav- Ebubekir’e durumunu bozmamasını işaret ederek Ebubekir’in solunda yere oturdu. Ebubekir ayakta, Resulullah da -sav- oturarak namaz kılıyor, Ebubekir Resulullah’a -sav- cemaat de Ebubekir’e uyarak (onu imam kabul ederek -çev-) namazı eda ediyorlardı[82].

Ebubekir İmam Değil, Mükebbir

43-Sahih-i Buhari’yle Müsned-i Ebu Avane’de “mükebbir” (imamın tekbirlerini yüksek sesle tekrarlayarak cemaate duyuran kimse) babında geçen rivayet, Sahih-i Buhari’deki nakliyle şöyle:

“Ebubekir yüzünü çevirmeden geriye döndü, hz. Peygamber -sav- Ebubekir’in yanına oturdu. (Peygamber -sav- namaz kıldırırken), Ebubekir, Peygamber’in -sav- tekbirlerini yüksek sesle cemaate duyuruyordu.”[83]

44-Yine aynı iki kaynakta “Ezan” kitabının “Hastanın cemaate katılma şartları” babında Aişe’nin şu rivayeti aktarılır: “Resulullah -sav- vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında, namaz vakti olunca “Ebubekir’e söyleyin, cemaate namaz kıldırsın!”buyurdu... Ebubekir çıktı ve -camiye gidip- cemaate namaz kıldırmaya başladı. Bu sırada hz. Resulullah -sav- kendisini biraz iyi hissettiği için yerinden kalktı ve iki kişiye yaslanarak camiye gitti... O sırada halsizlikten ayaklarının yerde sürüklendiğini şimdi bile görür gibiyim... İlerleyip Ebubekir’in yanına oturdu...”[84].

45-Müsned-i Ebu Avane’yle Müsned-i Ahmed’de “Aişe”den, Belazüri’nin Ensab’ul Eşraf’ında da hem Aişe’den hem İbni Abbas’tan nakledilen rivayeti Ebu Avane’yle Ahmed’in Müsned’lerinden aktarıyoruz: “Resulullah -sav- vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında Ebubekir’e, cemaate namaz kıldırmasını emretti. Resulullah -sav- Ebubekir’in önünde yerde oturarak cemaate namaz kıldırıyordu, Ebubekir onun arkasında, cemaat de Ebubekir’in arkasında yer almıştı”[85].

46-Sahih-i Bihari’yle sahih-i Müslim, Sünen-i İbni Mâce, Müsned-i Ebu Avane ve Malik’in Muvattâ’sında, “Namaz” kitabının “Bir nedenden dolayı, imamın yanında kıyam eden kimse” babında geçen rivayet, Sahih-i Buhari’deki nakliyle şöyle: Resulullah -sav- Ebubekir’in hemen yanında yere oturdu, Ebubekir Resulullah’a -sav- uyarak namaz kılıyor, cemaat de Ebubekir’in arkasında namaz kılıyordu”[86].

* * *

Bu senet ve belgeler özetle şunu söylemektedir:

Resulullah’ın -sav- ömrünün son saatlerini yaşadığı hastalığı sırasında Bilal kapıya gelip namaz vaktini bildiriyor ve hazret de -sav- namaz vaktinin girdiğinden haberdar oluyor. Aişe, “Resulullah -sav- Ebubekir’in cemaate namaz kıldırmasını emretti”diyerek şöyle ekliyor: “Ebubekir namaza durunca hz. Resulullah -sav- biraz iyileştiğini hissetti ve iki kişiye koltuklarından yaslanarak[87] kalktı, halsizlikten ve çektiği acının şiddetinden adım atacak mecali yoktu ve mübarek ayakları yerde sürüklenerek bu iki kişinin yardımlarıyla güçlükle minbere kadar gitti ve Ebubekir’in önüne geçip yere oturdu.”

Şafii şöyle der: “...Ebubekir önce imamken, Resulullah’ın -sav- gelmesiyle memum (imama uyan, cemaat -çev-)oldu ve Resulullah’ın -sav- tekbirlerini yüksek sesle cemaate duyurdu”[88].

Birkaç Önemli Soru

Buraya kadar aktardığımız mevzuyla ilgili soru ve eleştirilerden bazıları son derece önemlidir:

1-Resulullah’ın -sav- hem Ebubekir’e, cemaate namaz kıldırmasını emretmesi; hem de o namaza başladığı sırada o ağır hasta haliyle yatağından kalkıp Ebubekir’in namazına müdahele ederek -üstelik ayakta duracak hali olmadığı için yerde oturarak- Ebubekir’in önüne geçip cemaate bizzat kendisinin namaz kıldırması olacak şey midir acaba?!!

2-Resulullah’ın -sav- bu hareketinin yegane makul nedeni, Ebubekir’in imamlığına engel olup cemaate yeni baştan namaz kıldırmak değil midir?

3-Ebubekir’e cemaate namaz kıldırmasını emrettiği sırada Resulullah’ın -sav- durumu nasıldı?

4-Bizzat Aişe’yle diğer bazı ravilerin söylediğine göre hazret -sav- mescide götürüldüğü sırada çok halsizdi, ayakta duracak mecali yoktu, bu nedenle de iki kişiye yaslanarak ve ayaklarını sürüyerek güç-bela camiye gitmiştir.

Aişe’nin tabiriyle Resulullah’ın -sav- kendisini “biraz iyi hissettiği” hali buysa, ağır hali nasıldı?

5-Yukarıdaki durum “biraz iyi” tabir edilebildiğine göre, sözkonusu “ağır durum”un, kesinlikle koma ve baygınlık gibi bir şey olması gerekmez mi?

6-Bu durumda; komada olan veya baygın halde yatan ağır hasta birinin, Bilal’in namaz çağrısını duyduktan sonra Aişe’yi çağırıp “Ebubekir’e, cemaate namaz kıldırmasını söyleyin” diyebilmesi mümkün müdür?

7-Binaenaleyh, Resulullah -sav- Aişe’nin odasında koma halinde baygın yatıyorken Bilal’e “Resulullah -sav- namazı Ebubekir’in kıldırmasını emretti!”diyen kim olabilir acaba?!!

Hulefa ve Ehl-i Beyt -s- Okullarının Kaynaklarında Bu İmamet Olayının Aslı Nedir?

Yukarıda sıraladığımız soruların cevabı, İbni Ebi’l Hadid’in, yegane şeyhi ve üstadının; İmam Ali’den -s- aktardığı şu cümlelerde saklıdır:

“Cemaat namazını Ebubekir’in kıldırmasını Bilal’e emreden kimse Aişe’dir; nitekim Resulullah -sav- bunu duyduğu için “Sizler, Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz tıpkı!...”diyerek öfkesini dile getirmiştir. Zira Aişe’yle Hafsa’nın bu yaptıkları, kendi babalarını iktidara getirebilme çabalarıydı açıkça! Resulullah -sav- kılınan namaza müdahele edip Ebubekir’i imamlıktan uzaklaştırmış ve o hasta haliyle -yerde oturarak kıldırma pahasına- cemaat namazını bizzat kıldırmak suretiyle bu iki eşinin planlarını bozmuştur. Hz. Resulullah’ın -sav- “Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibi...” buyruğunun muhatabı gerçekte Aişe’dir; nitekim hz. Resulullah -sav- kendisine çok yakın kimselerin yanında Aişe’yi lanetlemekte ve onun yaptıklarından Rabbine şikayetçi olmaktaydı.”

İbni Ebi’l Hadid şöyle ekler: “Üstadıma ve şeyhime “Yani Ebubekir’in cemaate imamlıkta bulunmasını söyleyen hz. Resulullah -sav- değil de, Aişe miydi?”diye sordum, şeyhim[89] “Evet”dedi, “Bunu kendimden söylüyor da değilim, defalarca bizzat hz. Ali’den -s- duydum bunu! Benim sorumluluğumla hz. Ali’nin -s- sorumluluğu elbette ki kıyaslanamaz! Nitekim hz. Ali -s- efendimiz bizzat bu olayların ekseninde yer almış ve bütün bu olaylarda hazır bulunmuştur, ben ise onun gibi bu olayların içinde bulunmuş biri değilim. Bana ulaşan sahih haber ve rivayetleriyse elbette ki kabul edip hakikat karşısında teslim olmakla yükümlüyüm!”[90].

Bu haberlere göre hz. Resulullah -sav- Ebubekir’i imamete tayin etmiştir; ama olayların içyüzünü, bizzat orada bulunan İmam Ali -s- elbette ki daha iyi bilmektedir. Ehl-i Beyt -s- okulunun rivayetlerinde aktarılanlar, İmam Ali’nin -s- şahid olduğu hakikatlerle tamamen bağdaşmaktadır.

47-Müfid’in İrşad’ıyla Tebersi’nin İ’lam’ul Verâ’sında geçen bir rivayet, İrşad’daki orjinalinden iktibasla aynen şöyle:

Hz. Resulullah -sav- hastalandığı günlerde Ümmü Seleme validemizin evindeydi. İki veya üç gün sonra, Aişe Ümmü Seleme’ye gelip, Resulullah’ın -sav- biraz da onun evinde yatmasına izin vermesini rica etti ve diğer ümm’ül mümininlerden de izin istedi. İstediği izin kendisine verildi ve Resulullah -sav- Aişe’nin kaldığı odaya intikal edildi. Aişe’nin evinde hazretin -sav- hastalığı devam ettiği gibi durumu günden güne ağırlaşmaya da başladı.

Hastalığın Resulullah’ın -sav-bütün vücuduna yayılmış olduğu bir gün sabaha doğru Bilal kapıya gelip “Namaz! Namaz! Allah’ın rahmeti üzerine olsun!”diye seslendi[91].

48-Hasais’ul Eimme’de de şöyle rivayet ediliyor: Resulullah’ın -sav- hastalığı ağırlaşınca hz. Ali’yi -s- istedi; hz. Ali -s- onun mübarek başını kucağına aldı ve hazret, namaz vakti duyuruluncaya kadar kendisinden geçti[92]...

Şeyh Müfid şöyle der: “...Aişe, Ebubekir’in, Hafsa da Ömer’in cemaat kıldırmasını söyledi. Onların sesini duyan ve kendisi henüz hayatta olduğu halde her birinin kendi babasını cemaat imamlığına getirebilmek için neler yaptıklarını gören Resulullah -sav- pek rahatsız oldu ve onlara “Bırakın böyle şeyleri! Tıpkı Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz!”buyurarak o hasta haliyle alelacele kalkıp namaz için hazırlandı. Zira Ebubekir’le Ömer’in Üsame’nin ordusuna katılmasını emretmiş olduğu halde, Aişe’yle Hafsa’nın konuşmalarından, bu ikisinin verilen emre karşı gelip orduya katılmadığını ve halâ Medine’de kalmakta ayak dirediklerini anlamıştı. Bu nedenle onlar namazı başlatmadan önce cemaate yetişip kendisi namaz kıldırmak istiyordu. Ortaya çıkabilecek şüphelerle fitneleri engellemek için aceleyle yerinden kalktı, ama mecali yoktu ve pek halsizdi. Hz. Ali’yle -s- Fâzl b. Abbas’a tutunarak yürümeye çalıştı, halsizlikten mübarek ayaklarını yerde sürüyordu. Camiye girdiğinde, Ebubekir’in Mihrapta namazı başlatmış olduğunu gördü. İlerleyip öne geçti ve eliyle Ebubekir’e gerilemesini işaret etti. Ebubekir -namazını bozmadan- ve yüzünü çevirmeden geriledi ve Resulullah -sav- onun daha önce durduğu yerde oturup iftitah tekbiriyle namazı başlattı. Ebubekir’in kıldırdığı yerden devam etmeyip, namazı yeni baştan kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra evine döndü; Ebubekir, Ömer ve onlarla birlikte mescitte bulunan bir grubu çağırtarak “Niçin emrimi çiğnediniz?- ve Üsame’nin ordusuna katılıp gitmediniz?- diye sordu. Ebubekir “Ben Medine’den çıkmıştım, ama sizinle biat tazelemek için tekrar döndüm”dedi. Ömer de “Ben Medine’den hiç ayrılmadım, çünkü sizin durumunuzu başkalarından sorup öğreneceğime kendim burada kalıp öğrenmek istedim!”dedi.

Resulullah -sav- “Üsame’nin ordusu derhal hareket etsin!”direktifini verdikten sonra bu emri üç kez tekrarladı ve hastalığın acısıyla bitkinlikten tekrar kendisinden geçti[93].

Bu Hadislere Özet Bir Bakış

Resulullah’ın -sav- vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında Ebubekir’in cemaate namaz kıldırdığından sözeden rivayetler, buraya kadarki örneklerinde de açıkça görüldüğü üzere birçok çelişki ve tutarsızlıklarla doludur. Birinde falan işin yapılması yolunda emredilmiş olduğundan sözedilirken, diğer rivayette bunun tam tersi, yani yapılmaması emri gibi iki zıt durum sözkonusudur ki bunları bir araya getirebilmek elbette ki mümkün değildir.

Cemaat imameti hakkındaki rivayetlerde bile bunca tutarsızlıklar ve çelişkiler olduğu halde kimileri; Ebubekir’in halifeliği için ona yapılan biatlerin geçerliliğini ispatlamak isterken işte bu rivayetlere isnad etmekte ve bunları Ebubekir’in halifeliğine gerekçe göstermektedirler!!!

Bu muhterem alim zatlar Ebubekir, Ömer ve diğer muhacirlerin Ebu Huzeyfe’nin azadlısı Salim’in arkasında ona uyarak namaz kıldıklarını, hz. Resulullah’ın -sav- gazvelerinde, amâ olan İbni Ümmü Mektum’u Medine’de cemaat kıldırması için kendi yerine vekil imam tayin ettiğini, onun cemaat ve Cuma kıldırdığını, Resulullah’ın -sav- minberini sol tarafına alarak hutbe okuduğunu ve bütün bunların senetleriyle Sahih-i Buhari’de kayıtlı bulunduğunu unutmuşa benziyorlar!..

Yine Sahih-i Buhari’de kölelerin, azadlıların, gayrimeşru ilişkilerden dünyaya gelmiş olanların, çöl Arapları olan bedevilerin, büluğa ermemiş çocukların ve namaz sırasında avreti görünecek kadar yoksul ve çıplak çocukların cemaat imamlığı yaptığına dair tafsilatlı bir bab olduğunu bilmiyor gibiler...

Yine aşırı miktarda rivayetleriyle ünlü sahabe Ebu Hureyre’nin hz. Resulullah’tan -sav- aktardığı şu hadisi unutmuşa benziyorlar: “Bir namaz farz ise, farz olmuştur artık; müslüman olan herkesin arkasında kılınabilir; ister iyi, ister kötü bir müslüman olsun, hatta büyük günahları işleyen bir müslümanın bile imametinde namaz kılınabilir.”

Sözün kısası; buraya kadar aktardığımız çelişki ve tutarsızlıklarla dolu bu rivayetlerin hiçbiri sahih değildir; zira hz. Resulullah Ebubekir’i de, Ömer’i de, muhacir ve ensarın tamamını da Romalılarla savaşmak üzere Üsame’nin ordusuna katılmakla görevlendirmiş, hatta bu emri birkaç kez tekrarlamış ve Üsame’nin komutasını reddedecek olanları lanetlemiştir.

Hakikat bu olduğuna göre hz. Resulullah’ın -sav- Ebubekir’i aynı zaman diliminde cemaat imamlığına atadığı iddia edilebilir mi?

Ve böyle bir iddia kabul edilebilir mi?

Sahiheyn’deki hadislerle rivayetlere dikkatle bakılacak olursa şunun vurgulandığı görülecektir: Ebubekir mihrabda durup namaz kıldırmaya başlayınca bunu fark eden Resulullah -sav- pek hasta olmasına rağmen yatağından kalkmış, halsiz olduğu için iki kişiye (hz. Ali’yle -s- Fazl b. Abbas) yaslanarak camiye girmiş, halsizlikten mübarek ayakları yerde sürünür halde mihraba gelip Ebubekir’e geriye çekilmesini işaret etmiş, mecali olmadığından yerde oturarak[94] cemaate yeni baştan namaz kıldırmış, biraz öncesine kadar imamlık eden Ebubekir memum olup Resulullah’a -sav- uymuş ve mükebbir olarak tekbir, rüku ve secdeleri yüksek sesle cemaate duyurma yolunu seçmiştir.

Yani Resulullah -sav- Ebubekir’in cemaat imamlığını engellemek için o haliyle kalkıp camiye gelerek onun kıldırdığı namazı yarıda kesmiş, cemaati bizzat, üstelik oturarak kıldırmak zorunda kalmıştır...

Zira Ebubekir’e, cemaate imam olmasını değil, Üsame’nin ordusuna katılmasını emretmişti...

Ama bu emri defalarca ve ısrarla tekrarladığı halde Ebubekir gitmemiş ve Medine’de kalmıştı halâ...

Cemaate imamet ederek hem de!..

Sahi; Üsame’nin ordusuna katılması emredildiği halde Ebubekir neden Resulullah’ın -sav- bu ısrarlı emrini çiğnemişti acaba?

Ebubekir’in Medine’de kalmakta bunca ısrarlı olmasının gerçek sebebi neydi?

Resulullah -sav- onun Üsame’nin ordusuna katılmasını ısrarla emrettiğine göre, Medine’de kalıp cemaate imamlık etmesi nedendi?!.

Bunun cevabı, İbni Ebi’l Hadid’in İmam Ali’den -s- aktardığı şu sözlerdedir:

“Ebubekir’in azadlısı olan Bilal’e Ebubekir’in cemaat imamı olmasını söyleyen Resulullah -sav- değil, Aişe’dir; nitekim bu nedenledir ki Resulullah -sav- o sırada Aişe’yle diğerlerine “sizler Yusuf’un etrafındaki kadınlar gibisiniz” buyurmuştur ve bu buyruğun nedeni -Aişe’nin sebeb olduğu- sözkonusu olaydır. Bu olaya müdahele etmek için Resulullah -sav- iki kişinin yardımıyla güçlükle camiye gitmiş ve Ebubekir’in cemaate namaz kıldırmasına engel olmuştur.

Ehl-i Beyt -s- okulunun uleması hadis ve siyer kitaplarında aktardıkları rivayetlerde bunu onaylamaktadır. Bu rivayetlerde de Resulullah’ın -sav- o haliyle camiye gelip Ebubekir’in imametine engel olduğu, namazı yeni baştan kendisinin kıldırdığı namazdan sonra evine dönüp Ebubekir’le Ömer’i çağırttığı ve Üsame’nin ordusuna katılmaları yolunda verdiği emri neden çiğnediklerini sorduğu, birinin “ben Medine’den ayrılıp orduya katıldım, ama sizi görmek için tekrar döndüm”dediği, diğerinin de “Medine’den ayrılmak ve sizin durumunuzu başkalarından öğrenmek istemediğim için Üsame’nin ordusuna katılmadım” diye cevap verdiği ve Resulullah’ın da -sav- “Üsame’nin ordusu hareket etsin!”emrini verip bunu 3 kez tekrarladıktan sonra bayıldığı geçer.

Son Söz

Bütün bu aktardıklarımızdan sonra ortaya çok önemli şu soru çıkıyor: Gerçekler bu olduğuna göre sahih olmayan bunca hadis ve rivayetin ehl-i sünnetçe muteber kabul edilen onca sahih, sünen, siyer, hadis ve tarih kitaplarına sızabilmesi nasıl mümkün olmuştur?

Cevap apaçık ortadadır: Halifelerin müslüman ümmete karşı uyguladığı politika bu tür hadislerin yaygınlık kazanmasını gerektiriyordu. Dört halife döneminden sonra Emevî, Abbasi ve Osmanlı halifelerinin tamamının “hilafet”inin meşruiyeti de yine bu tür hadis ve rivayetlere bağlıydı. Bu nedenledir ki mezkur politika gereğince bu tür hadis ve rivayetler 14 asır boyunca yaygın şekilde söylenip yazıldı ve ravileri de onaylanageldi. Bu rivayetlerin yazıldığı kitaplar da bunların güvenilir olduğu kanısını güçlendirmiş oldu, bu kitapları okuyanlar da sözkonusu hadislerle rivayetleri sahih zannedip nesilden nesile aktardılar, bu gidişat nedeniyle hiç kimse çıkıp da bunların köküne inme ve sahih olup olmadığını kurcalama ihtiyacı hissetmedi. Bu hakikatin ortaya çıkmasında bizi vesile kıldığı için rabbimize şükrediyor, Kur’an’a ve fiili sünnete uymayan hadis ve rivayetler karşısında çok dikkatli olunması gerektiğini bir kez daha önemle hatırlatıyoruz.[95]

Allah’tan başka güç, O’ndan başka kudret yoktur, vesselam…

* * *

--------------------------------------------------------------------------------

[1] -Dinin İhyasında İmamların Rolü, Allame Seyyid Murtaza Askerî 16/12.

[2] -Dinin İhyasında İmamların Rolü, Allame Askeri 16/18-19.

[3] -El Ahbar’il Muvaffakiyyat s:576-577, Muruc’ez Zeheb 3/454, Nehc’ül Belaga Şerhi, İbni Ebi’l Hadid 2/176, 5/129.

[4] -Abbas b. Rebie b. Haris b. Abdulmuttalib, hz. Ali’nin -s- amcasının oğludur.

[5] -Tevbe 14.

[6] -Hac 39.

[7] -Bakara 194.

[8] -Muruc’ez Zeheb, Mesudi 3/18-20.

[9] -İmam Hasan-ı Müçteba, Muaviye’yle barış anlaşmasını imzalamasının nedenini açıklarken şöyle der: “Terör edilmemek için barışı imzaladım; beni, ailemi ve yakın sahabemi öldüreceklerdi…” Bihar’il Envar 44/20,,27.

[10] -El-Kamil, İbni Esir 2/535, 1. bas, Dar-ı İhya-ı Terasu’l Arabi bas.

[11] -İslamda Aişe’nin Rolü, A. Askeri s:266-268, 5. bas.

[12] -Sahih-i Buhari, Peygamberin -s- hastalığı babı 3/63,kitab-ı teb 4/9, Sah. Müslim 2/20.

[13] -Sah. Müslim 2/21.

[14] -Sah. Buhari, Nikah kit. “Hastalandığında eşlerin birinin evinde yatmasına izin vermesi” babı 3/175 ve Peygamberin -s- hastalığı babı 3/64.

[15] -Sah. Müslim, Aişe’nin Faziletleri babı 7/137.

[16] -Sah. Buhari, Menakıb kit. Aişe’nin Faziletleri babı 2/205.

[17] -Kehf, 6

[18] -Fâtır, 8.

[19] -Müsned-i Ahmed’de bu ibare şöyledir: “…Hazret -s- başını kaldırıp Ali’yi -s- görmeyince sustu…”

[20] -Sünen-i İbni Mace 1/391, 1235. hadis (biz hadisi bu Sünen’den aldık), Müsned-i Ahmed 1/356, El-Kamil, İbni Esir 5/234, Nesb’urraye’l Ahadis’el Hidaye, Abdullah b. Yusuf Zeylei (öl:hk.762) 2/50-52’ye de bakılabilir. Bu rivayetler arasında tahrif edilmiş bir rivayetle karşılaşmaktayız. “Yemin ederim ki Ebutaliboğlu Ali -s- ahd ve vesayet konusunda hz. Resulullah’a -sav- en yakın insandı. Sabahleyin Resulullah’ı -sav- görmeye gittiğimizde sürekli “Ali nerede, Ali geldi mi?”diye soruyordu. Hz. Fatıma -s- “Galiba onu bir iş için göndermiştiniz…”dedi. Ümmü Seleme “Ali -s- geldiğinde, Resulullah’ın -sav- onunla özel görüşmek isteyeceğini düşünerek dışarı çıktım” der ve şöyle ekler: “Ben kapıya herkesten daha yakın yere oturmuştum. Ali -s- hz. Resulullah’a -sav- doğru eğilmiş, onunla fısıldaşarak özel bir şeyler konuşuyordu, Resulullah -sav- işte o gün vefat etti”

“Binaenaleyh Ali -s- ahd ve vesayette hazrete -sav- en yakın kimseydi…”

M. Taberi, Zehair’ul Ukba adlı eserinin 72. sayfasında “Resulullah’ın -sav- vefat günü kendisiyle görüştüğü kimse” babında Aişe’den şöyle aktarır: “Resulullah -sav- son demlerini yaşıyordu, “Habibimi çağırın”buyurdu, Ebubekir’i çağırdık. Hazret -sav- başını kaldırıp Ebubekir’i görünce yine “Habibimi çağırın”buyurdu, Ömer’i çağırdık, onu gördüğünde de “Habibimi çağırın” buyurunca bu kez Ali’yi -s- çağırdılar; Ali’yi -s- görür görmez onu bağrına bastı ve can verinceye kadar bu şekilde Ali’yle kucaklaştılar…”

Harezmi Hanefi, Maktel adlı eserinin 2. cildinin 38. sayfasında ve Genci Şafii de Kifayet’uttalib adlı eserinin 133. sayfasında buna benzer ibareler aktarmaktadır.

[21] -Hz. Yusuf’un -s- etrafındaki kadınlar sürekli ona komplo kurup türlü oyunlar oynadılar ve sonunda onun zindana düşmesine neden oldular; bu nedenle hz. Resulullah -sav- Aişe’yle Hafsa’yı “Hz. Yusuf’un -s- etrafındaki kadınlar”a benzetmektedir.

[22] -Sah Buhari, Namaz kitabı, “Er-Rical-i ye-temme bi’l imam…” babı 1/92, Sah. Müslim 2/23, Müsned-i Ahmed 6/210, 224, İbni Sa’d’ın Tabakaat’ı 3/179 Avrupa bas. c:3, 1.böl. s:127, Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/557, Feth’ul Bâri 2/346.

[23] -Sahih-i Buhari 1/88, Sahih-i Müslim 2/22, Müsned (Sünen)i Ebu Avane 2/114 (Hadis bilimine aykırı düşülerek bu kitaba Müsned denilmiştir. Zira Müsned veya Sünen, hadisleri bizzat sahabeden rivayet edilmiş olan kitaplara verilen bir isimdir.) Tabakaat, İbni Sa’d 2/117 ve Avrupa bas. 2.cilt, 2. böl.18. say. Ve İbni Hişam Siyeri 4/330, Ensab’ul Eşraf, Belazuri 1/560, Feth’ul Bâri 2/306, Tarih’ul İslam, Zehebi 1/311.

[24] -Buhari’nin 2. rivayetindeki bu fazla ibare (3/63) Ebu Ömer, Ebu Musa, İbni Abbas ve Aişe’den nakledilmiş olup Tabakaat, İ.Sa’d 2/219, Ensab’ul Eşraf, Belazuri 1/560, İbni Kesir Tar. 5/233’te de geçmektedir.

[25] -Müsned-i Ahmed 1/356. Görüldüğü gibi Resulullah’ın -sav- susmasının nedeni, hz. Ali’nin -s- çağrılmamasıdır.

Sahi, 8. rivayette Aişe’nin “Resulullah’tan -sav- sonra onun yerine halife olarak geçecek kimseden halkın hoşlanacağını hiç sanmıyorduk” şeklindeki sözü ne demektir acaba?! Eğer maksat, bildiğimiz anlamda hilafet ve toplumun yönetimi ise; bazı tarihçilerin de kaydetmiş olduğu gibi muhacirlerin tamamına yakın kısmı ve ensarın da önemli bir bölümü hz. Resulullah’tan sonra-sav- hz. Ali’nin -s- halife olacağından emin olup onu hz. Resulullah’ın -sav- vasiysi bilmedelerdi, bk. Ahbar’ul Muvaffakiyyat s:580. Dahası, sırf hz. Resulullah’ın -sav- durduğu yerde durup cemaate namaz kıldırmakla İslam devletinin başkanı, imamı ve halifesi olunabiliyorsa bu durumda İbni Ümmü Mektub’un devlet başkanlığı ve ümmetin imamı olmaya herkesten daha layık olduğunu kabul etmek gerekir. Zira hz. Resulullah -sav- savaşa gitmek için Medine’den ayrıldığında çoğu kez kendi yerine cemaate imamlık etmesi için onu atamaktaydı (118 ve 119. dipnotlara bk.).

[26] -Sah. Buhari, Kitab-ı Salat “innema ca’l’el imam..” babı 1/88, Sah. Müslim 2/21, Sünen-i Daremi 1/287, Müsned-i Ebu Avane 2/111, Müsned-i Ahmed 2/52, 6/251, Tabakaat, İbni Sa’d, 2/218 ve Avrupa bas. c:2 böl:2 s:19 ve İslam Tarihi, Zehebi 1/312, İbni Kesir Tar. 5/233.

[27] -Sah. Buh. 1/87, bu cildin 92. sayfasında bu rivayet Aişe’yle Hafsa adı verilmeden geçmektedir. Sünen-i Tirmizi 13/135, Müsned-i Ebu Avane 2/117, Tabakaat, İbni Sa’d, 3/179-180 ve Avrupa bas. c:3 böl: 1 s:127, Feth’ul Bâri 2/305-347.

[28] -İbni Ebul Hadid’in Nehc’ül Belaga Şerhi 9/197.

[29] -Sünen-i Ebu Davud 2/115 te kitab’ussünne, Müsned-i Ahmed 4/322, 330, Tabakaat, İbni Sa’d 2/222, 223; Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/554, İbni Kesir Tar. 5/232, İbni Sa’d’le Belazüri çok sayıda senetle bu rivayeti şöyle aktarırlar: “…Saflar bozuldu ve Ömer geri döndü, çok geçmeden, o sırada Sunh denilen yerde bulunan İbni Ebu Kahafe göründü ve öne geçip cemaate namaz kıldırdı…”

[30] -Müsned-i Ahmed 4/322.

[31] -Sünen-i İbni Mace “İkame’t-i salat ve’l süne” kitabı 1/390’da 1234 no’lu hadis.

[32] -Müsned-i Ahmed 3/202.

[33] -ae 6/159.

[34] -ae ve Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/555, İslam Tar. Zehebi 1/312, İbni Kesir Tar 5/234, yine ae 5/234’te Beyhaki’den, o da Enes’ten şöyle rivayet eder: “…Resulullah -sav- Ebubekir’in arkasında ve onunla aynı elbise içinde cemaatle namaz kıldı” İbni Kesir şöyle der: “Sahih olması için bu iyi bir senettir; Resulullah’ın -sav- son namazını halkla birlikte kılmış olduğunun kayda geçmesi de iyi bir şeydir. Aynı şekilde Hassan’la Enes’ten de; Resulullah’ın -sav- hastalığı sırasında Ebubekir’in arkasında namaz kıldığı, namaz sırasında ikisinin bir elbise -veya şalın- altında namazlarını eda ettikleri geçer.

Belazüri, Ensab’ul Eşraf 1/555’te bu konuda 4 rivayet aktarmaktadır. İbni Kesir Tarihi’nde de 5/234’te 2 rivayet, Zehebi’nin İslam Tarihi’nde 1/313’te 1 rivayet, İbni Sa’d’in Tabakaat’ında 22/220,223’te ve Avrupa baskısı 2/20-23 (2. bölüm)de Ümmü Seleme ve Ebu Said Hıdri’den nakledilen bir rivayette Resulullah’ın -sav- sabah namazında Ebubekir’e uyarak namazının bir rekatini onun imametinde kıldığı ve Ebubekir selam verip namazı tamamlayınca Resulullah’ın -sav- son rekati tek başına tamamlayıp evine döndüğü geçer.

[35] -Sah. Buhari 1/87, Müsned-i Ebu Avane 2/118,119, Feth’ul Bâri 2/305, Sah. Müslim 2/24, Tabakaat, İbni Sa’d 2/217 ve Avrupa bas. 2/18, 2. böl, İbni Kesir Tar. 5/235, Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/561, Müsned-i Ahmed 3/110, 163.

[36] -Sah. Buhari 1/87, Müsned-i Ebu Avane 2/119, Müsned-i Ahmed 3-211, Ensab’ul Eşraf’ta da Enes’ten iki rivayet geçer, Feth’ul Bâri 2/306.

[37] -Sah. Buhari 1/145, 3/64, Müsned-i Ahmed 3/196-197, Tabakaat, İbni Sa’d 2/217 ve Avrupa bas 2/19, 2. böl. ve Feth’ul Bâri 9/209.

[38] -Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/560. Ancak, tarihi belgeler arasında birinci elden olan en güvenilir kaynaklara binaen halk, hz. Resulullah’ın -sav- vasi ve halifesinin hz. Ali -s- olduğundan emindi.

[39] -ae s:561.

[40] -Müsned-i Ebu Avane 2/120.

[41] -El Bidaye Ve’nnihaye 5/236.

[42] -Ebu’l Hasan Ali b. İsmail Basrî, öl: hk 324, ünlü kelamcı ve Eş’ari mezhebinin kelam ve akidesinin kurucusu, 86 yaşında Bağdad’da ölmüştür, bk: Farsça Daire’t-ul Maarif 1/156.

[43] -El Bidaye Ve’nnihaye 5/236..

[44] -ae

[45] -Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/558.

[46] -ae s:560.

[47] -Sakife adlı eserimize bk. s:86’da İbni Ebu’l Hadid’in Nehc’ul Belaga Şerhi’yle, Cevheri’nin Sakife’sinden iktibasla.

[48] -Ebubekir’in halife olduktan sonra müslümanlara “Beni bırakın ve başkasını halife seçin, ben sizden daha iyi biri değilim!” dediği bilinmektedir.

[49] -Nehc’ul Belaga 3. hutbe, Farsça ter: Muhammed Deşti s:29-31.

[50] -Sahife adlı eserimiz s:83-84’te İbni Ebu’l Hadid’in Nehc’ul Belaga Şerhi’nden iktibasla 6/285.

[51] -İbni Sa’d’in Tabakaat’ı 2/224 ve Avrupa bas. 2/23,2.böl. ve Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/580, Zerr b. Hubeyş’in senediyle Abdullah b. Mesud’dan nakleder.

[52] -Sah. Buhari 4/160, Ahkam kitabı, İstikza’il Mevaki…babı.

[53] -Sünen-i Ebu Davud 2/43, Müsned-i Ahmed 3/132, Tabakaat, İbni Sa’d 4/209.

[54] -Müsned-i Ahmed 3/192.

[55] -Tabakaat, İ. Sa’d 2/27 ve Avrupa bas 2/18, 1. böl.

[56] -ae 2/31 ve Avrupa bas. 2/27, Moğazi, Vakıdi s:199-277.

[57] -ae 2/58 ve Avrupa bas 2/47, 1. böl. ve İbni Hişam Siyeri 3/192.

[58] -Moğazi, Vakıdi s:441, Tabakaat, Av. Bas. 2/47, 1.böl. ve İbni Hişam Siyeri 3/235.

[59] -Vakıdi s.496, Tabakaat 2/74 ve Av. Bas. 2/53, 1. böl. ve İbni Hişam Siyeri 3/235.

[60] -Tabakaat 2/139 ve Av. Bas. 2/97, 1. böl.

[61] -İbni Hişam Siyeri 2/425, 3/53, 321, 327, Moğazi, Vakıdi s:197, 537, 547, 573, Ensab’ul Eşraf 1/311.

[62] -Moğazi, Vakıdi s:184, Tabakaat 4/209.

[63] -Namazda -bazen- uzun sureleri okudukları için Zekvan, Kur’an mushafı üzerinden imamet ediyordu.

[64] -Sah. Buhari, Salat kitabı, İmame’t-ussebiyy babı 1/90.

[65] -ae 3/44, Feth’ul Bâri 9/84.

[66] -Sünen-i Ebu Davud 1/159-160, Sünen-i Nesai 1/127 (Sünen-i Nesai’de cümlenin bir kısmı çıkarılmıştır).

[67] -Sah. Buhari, salat kit. İmame’t-ul Meftun babı 1/9.

[68] -ae.

[69] -Sünen-i Ebu Davud, salat kit. İmamet’ul Birr-u ve’l Facir babı 1/80.

[70] -Ensab’ul Eşraf, Belazüri 1/553-554.

[71] -Tabakaat 2/222 ve Av. bas. 2/22, 2. böl. ‘de Muhammed b. Kays’tan nakledilen ibarede “asla” (hiç) kelimesi yoktur.

[72] -Tabakaat 3/224 ve Av. bas 2/23, 2. böl. ve Ensab’ul Eşraf 1/555.

[73] -Tabakaat 3/180 ve Av. bas. 1/127, 2. böl.

[74] -Tabakaat 2/223 ve Av. bas. 2/23, 2.böl. ve İbni Kesir Tar. 5/235. ve M. b. Ömer Vakidi, Ebubekir’in 20 defa cemaat imalığı yapmış olduğunu yazar.

[75] -Tabakaat’ın özeti 2/190, Uyun’ul Eser 2/281.

[76] -“Corf” için bk: Mu’cem’il Mealim’ul Coğrafiyya Fi Siyre’t-un Nebeviye, Dar-ı Mekke basımı s:281.

[77] -Üsame ve babası Zeyd, gençliklerinde Resulullah’ın -sav- ordusuna komuta etmiş, Kureyş’in ileri gelen yaşlıları da onların emrinde asker olmuştur. Kureyş’in yaşlı büyükleri bunu hiçbir zaman sindirememiş ve bu nedenle itiraz etmişlerdir.

[78] -Hulefa okulu (ehl-i sünnet) rivayetlerindeki tarihe göre Resulullah’ın -sav- vefat tarihi Rebi’ul Evvel’in 12. günü; Ehl-i Beyt -s- rivayetine göreyse 28 Sefer’dir.

[79] -Cevheri’nin rivayetleri, İbni Ebi’l Hadid’in Nehc’ul Belaga Şerhi’nde geçmektedir. Ebubekir Ahmed bin Abdulaziz Cevheri hk. 298’de ölmüştür; El-Sakife Ve’l Fedek adlı kitabın yazarıdır. İbni Ebi’l Hadid, Nehc’ul Belaga Şerhi’nde bu kitaptan nakil ve iktibaslarda bulunmuştur.

[80] -Yakubi Tar. 2/127, diğer tarihçiler de bunu söylemektedir.

[81] -Bu iki kişi hz. Ali’yle -s- Fazl bin Abbas’tır.

[82] -Sah. Buhari 1/92, Salat kit. “El-Rıcli Ye’temmu bi’l İmam…”babı, Sah. Müslim 2/23, Sünen-i İbni Mace’de “Mâ câe fi salat-i Resulullah -sav-” babında, ayrıca buna yakın bir rivayet de Müsned-i Ahmed 6/210,224, Tabakaat 3/179, Ensab’ul Eşraf 1/557’de geçmektedir.

[83] -Sah. Buhari 1/85-86, Müsned-i Ebu Avane 2/115.

[84] -Sah. Buhari 1/85-86, Müsned-i Ebu Avane 2/115.

[85] -Müs. E. Avane 2/113, Müs. Ahmed 6/249, Ensab’ul Eşraf 1/557.

[86] -Sah. Buhari 1/88, Sah. Müslim 2/23-24, Sün. İbni Mace, 5. kit. 142. bab, 1233. hadis, Malik’in Muvattâ’sı 1/156, Müs. E. Avane 2/117.

[87] -Hz. Ali’yle -s- Fazl b. Abbas b. Abbas.

[88] -İbni Hişam Siyeri 4/332, Taberi Tar. Av. bas.1/1813.

[89] -Ebu Yakub Yusuf b. İsmail el-Lem’ânî için İbni Ebi’l Hadid onun şia değil, mu’tezile olduğunu söyler; bk. Nehc’ul Belaga şerhi 9/199, M. Ebulfazıl İbrahim İncelemesi.

[90] -Daha önce incelediğimiz bu rivayetler, Seyyid Razıyy’in Şerh-i Hutbe-i Nehc’ul Belaga’sında geçer. Bu ibare Nehc’ul Belaga’nın 156. hutbesindedir, hz. Ali -s- bu hutbeyi hk. 36. yılında Cemel zaferinden sonra Basra halkına okumuştur; bk: İbni Ebi’l Hadid, Nehc’ul Belaga Şerhi 9/189, Dâr-ı İhya-ı Kutub-u Arabiyye ve ae 2/458 Mısır bas. ve Muhammed Abduh’un Nehc’ul Belaga Şerhi’nde de s:156.

[91] -İrşad-ı Müfid s:86.

[92] -Allame Meclisi’nin Bihar’ul Envar 22/485’teki rivayetine istinaden.

[93] -İrşad-ı Müfid s:86-87.

[94] -Resulullah’ın -sav- neden o gün oturarak namaz kıldığı, elinizdeki kitabın önsözünde belirtilmiştir.

[95] -Ör: İmam Ali ve oğlu İmam Hasan’ın -s- hükumeti karşısında Muaviye’nin hükumetinin meşruiyeti, İmam Hüseyin’in -s- karşısında Yezid iktidarının meşruiyeti, Ehl-i Beyt’in -s- kan davasına girişen Zeyd b. Ali b. Hüseyin’le oğlu Yahya’nın karşısında Mervanoğulları halifelerinin meşruiyeti, Âl-i Hasan-ı Sıbt Abdullah’ın iki oğlu Muhammed’le İbrahim’e karşı Mansur iktidarının meşruluğu ve Deylem’de huruc eden Yahya Hasani’ye karşı Reşid iktidarının meşruluğu hep bu uyduruk rivayetlere dayandırılmıştır(Reşid, Yahya’yla anlaşıp sözleşme imzaladığı halde Bağdad’da bunların hepsini çiğnemiştir) Mağrib’de Fatımi devleti halifeleri de aynı yolu izlemiştir. Görüldüğü gibi Ehl-i Beyt’in -s- iktidarının batıl ve mezkur halifelerle onları izleyen diğer iktidarların meşru gösterilmesinin kökleri, Sakife’de 1. halifeye yapılan biatin sahih ve geçerli kabul edilmesine bağlıdır. 1. halifeye yapılan biat geçerli olmaz ve meşruiyeti kabul edilmezse, halifelerin karşısında yer alan düşmanlarının, yani Ehl-i Beyt’in -s- iddiasında haklı olduğu ispatlanmış olacaktır. Bu nedenle egemen politika, bu tür uyduruk rivayetlerin yayılmasını gerektirmekteydi.

-